Türkiye, Çin’in teknoloji dalgasına nasıl dahil olabilir?
Çin’e ilk kez 2015 yılının yaz aylarında ayak bastığımda, Alibaba’ya ait Alipay ile Tencent’in WeChat mesajlaşma ve ödeme ekosistemiyle tanıştım. Her ay durmaksızın süren bir inovasyonla bu sistemin nasıl geliştiğine ve zamanla birer “süper uygulama”ya dönüştüğüne bizzat şahit oldum. Ardından çeşitli görevlerim nedeniyle bankacılık ve perakende teknolojilerine odaklanarak; RPA, yapay zeka ve insansız mağazacılık teknolojileri alanlarında Çin’den Türkiye’ye inovatif çözümler taşımaya çalıştım.
Son on yıllık Çin deneyimimde girişimcilerin, sınır tanımayan bir hızla her fırsatta “şapkadan bir tavşan çıkararak”, tüketici konforunu ve hızı önceleyen ancak güvenlikten de ödün vermeyen bir anlayışla inovasyonu nasıl hayata geçirdiklerine tanıklık ettim.
Türkiye, bu dönüşümü uzaktan izlerken, Çin’den ucuza mal edilen ürünlere dayalı kısa vadeli ticareti tercih etti ve inovasyon odaklı, uzun vadeli teknoloji iş birliklerini büyük ölçüde ıskaladı. Bugün Çin’in artık birçok alanda standartı belirleyen küresel bir oyuncu olduğunu kabullenebilirsek, Türkiye’nin Çin ile teknolojik alanda hangi modelleri hızla adapte edebileceğine ve bu iş birliklerinde risk - getiri dengesini nasıl optimize edebileceğine odaklanabiliriz.
Geldiğimiz noktada Çin, tüketici elektroniği, elektrikli araçlar, batarya teknolojileri ve yenilenebilir enerjiden sonra yepyeni bir teknoloji dalgasının eşiğinde: Yapay zeka ile donatılmış robotlar (embodied AI) ve alçak irtifa havacılık (low-altitude aerospace) sektörü. Bu inovasyon dikeyleri, yalnızca teknolojik bir sıçramayı değil, aynı zamanda küresel tedarik zincirlerini dönüştürecek ve rekabet dinamiklerini kökten değiştirecek bir paradigma değişimini temsil ediyor.