İşi hayattan ayırmak: “Severance” ve liderliğin karanlık yüzü
Bir dizi, bir metafor ve günümüz liderlerinin en büyük yanılgısı üzerine.
Bir asansör düşünün.
Kapısı kapandığı anda kim olduğunuzu unutuyorsunuz.
Adınızı, geçmişinizi, sevdiklerinizi… her şeyi.
Ve yalnızca işinizle ilgili sınırlı bir hafıza kalıyor.
Apple TV+ dizisi Severance, tam olarak bu fikrin üzerine kurulu.
Bir şirket, çalışanlarının beyinlerini ikiye ayırıyor: “İçerideki ben” sadece işini biliyor, “dışarıdaki ben” ise orada yaşanan hiçbir şeyi hatırlamıyor.
İş ve hayat, birbirinden keskin bir çizgiyle ayrılmış durumda.
Ama bu keskin çizgi bir kurtuluş mu, yoksa insanlığın en sessiz trajedisi mi?
Kulağa huzurlu gelebilir ne stres taşıyorsun ne geçmişi düşünüyorsun.
Ama dizi bize çok daha karanlık bir soruyu sorduruyor:
Bir insanı işinden ayırmak, onu kendinden ayırmak değil midir?
Hiç “keşke işimi tamamen unutabilsem” dediğiniz oldu mu?
E-postalar, toplantılar, hedefler… Gün bitince zihniniz hâlâ ofiste dolaşıyorsa yalnız değilsiniz. Ama size biri “İstersen gerçekten unutabilirsin” dese kabul eder miydiniz?
Pandemi sonrası dönem, “iş-yaşam dengesi” kavramını kökten değiştirdi.
Uzaktan çalışmadan sessiz istifaya, tükenmişlikten “wellbeing” trendine kadar her şey, işin artık sadece iş olmadığını gösteriyor.
Severance, tam olarak bunu soruyor. Lumon Industries adında bir şirket, çalışanlarının beyinlerini ikiye ayırıyor: İşyerine girdiklerinde özel hayatlarını unutuyorlar, çıkınca da işte olan hiçbir şeyi hatırlamıyorlar. Kulağa huzurlu geliyor değil mi? Ne geçmişi düşünüyorsun ne iş stresini eve taşıyorsun. Ama gelin görün ki, bu “mükemmel denge” aslında insan olmanın özünü paramparça ediyor.
Kurumsal cennet mi, zihinsel hapishane mi?
İlk bakışta Lumon, ideal bir şirket gibi. Kurallar net, çalışanlar disiplinli, üretkenlik tavan.
Ama dizinin ilerleyen bölümlerinde fark ediyorsun ki orası bir tür “beyaz yaka distopyası”. Her şey kusursuz görünüyor ama kimse neden orada olduğunu, yaptığı işin neye hizmet ettiğini bilmiyor.
Diziyi izlerken aklıma şu geliyor:
Aslında bizim dünyamızda da birçok şirket, farkında olmadan aynı şeyi yapıyor. Zihinleri ikiye ayırmadan ama duyguları susturarak. Çalışanlardan “profesyonellik” adı altında duygularını, değerlerini, kimliğini kapı dışında bırakmaları bekleniyor. Sonuç?
Kurumda makine gibi işleyen ama içten içe tükenen insanlar.
Yabancılaşmanın modern hali
Severance’ın en güçlü tarafı, çok tanıdık bir duyguyu abartarak anlatması: yabancılaşma. Birçok kişi artık yaptığı işte anlam bulamıyor. Sabah kalkıp işe gidiyor, görevini yerine getiriyor, maaşını alıyor. Ama neden yaptığını, kime fayda sağladığını sorguladığında sessizlikle karşılaşıyor. Bu dizideki karakterler, işte tam da bunu yaşıyor:
Kimin için çalıştıklarını, yaptıkları işin ne olduğunu bile bilmiyorlar. Bir ekranın başında sayı siliyorlar, ama nedenini kimse açıklamıyor. Ne kadar tanıdık bir sahne değil mi? Kimi zaman biz de, anlamını bilmediğimiz raporlar, sonsuz toplantılar ve anlamsız hedeflerle dolu bir labirentin içinde değil miyiz?
Liderlik: Kontrol mü, anlam mı?
Lumon’un yöneticileri, “kontrolcü liderlik” anlayışının karikatürü gibi. Kuralları körü körüne uygulatıyorlar, sorgulamayı yasaklıyorlar. Çalışanların yüzünde tebessüm istiyorlar ama o tebessüm, sistemin baskısıyla donmuş bir maske aslında. Bugün iş dünyasında bu tarz bir liderlik hâlâ çok yaygın. Kontrol, verimlilik ve ölçüm takıntısı, empatiyi ve anlamı gölgeliyor. Oysa modern liderliğin yeni dili bambaşka: Empati, Anlam yaratmak, İç motivasyonu beslemek.
Bir lider, çalışanlarına sadece “ne yapacaklarını” değil, “neden yaptıklarını” da anlatabiliyorsa, orada bir bütünlük oluşuyor. İnsan artık sadece işini yapan biri olmuyor yaptığı işin bir parçası haline geliyor. Severance’ın tam tersi yani: Zihinleri ayırmak yerine birleştirmek.
Severance’taki yöneticiler sadece çalışanlarını değil, kendilerini de kandırıyor. Çünkü kontrol duygusu, liderin en büyük illüzyonudur. Kendini güvende hissedersin; oysa aslında korktuğun için kontrol edersin. Bugün dünyanın en etkili liderlik modelleri Servant Leadership, Adaptive Leadership, hatta Brene Brown’un “Dare to Lead” yaklaşımı aynı mesajı veriyor: Gücü kontrol etmek değil, güven inşa etmek dönüştürücü liderliğin merkezinde.
Psikolojide buna “güvenlik yanılgısı” denir. Lider, karmaşadan korktuğu için düzen kurar, ama o düzen bir süre sonra kendine zindan olur. Tıpkı Lumon yöneticileri gibi: duygularını bastırır, şüpheyi yasaklar, sadakati kutsar. Ama tüm bu çabanın altında, aslında tek bir korku gizlidir: Kontrolü kaybetmek.
Gerçek liderin gücü, kontrolsüzlükle başa çıkabilmektir
Peki Gerçek denge nerede?
Hepimiz “iş-yaşam dengesi” peşindeyiz. Ama bu denge, işteki benliği dışarıdaki benlikten ayırmakla değil; onları uyum içinde yaşatmakla mümkün. İşyerinde bastırdığın benlik, dışarıda da seni sessizce kemirir. İnsanın bütünlüğü hem işte hem hayatta aynı kişi olabilmek sürdürülebilir mutluluğun en temel şartı. Severance, bu bütünlüğü kaybettiğimizde neler olabileceğini çarpıcı biçimde gösteriyor. İşini hayatından ayırdığında, bir süre huzur bulabilirsin ama uzun vadede anlamı kaybedersin.
Çünkü insan sadece çalışan bir beden değil, düşünen, hisseden bir bütün.
“İnsanı ikiye bölen” sistemlerden bahsediyoruz burada. Dizi, sadece bireyi değil, şirketleri de sorgulatıyor. Lumon, aslında her gün büyüme rakamlarıyla övünen ama “neden büyüdüğünü” bilmeyen modern şirketlerin simgesi. Ritüeller, ödüller, duvarlara asılmış değerler… ama içeride çalışan kimsenin yüzünde gerçek bir anlam yok.
Oysa bir kurumun asıl gücü, insanlarının kendilerini parçası hissedip hissetmemesinde gizli. Belki de bugün liderlerin kendine sorması gereken asıl soru şu:
“Ben çalışanlarımın beynini değil, kalbini de kazanabiliyor muyum?”
Liderliğin ahlaki sınırından bahsederek bu yazımı bitirmek istiyorum.
Severance dizisini sadece bir bilimkurgu hikayesi olarak izlerseniz, güzel bir gerilim.
Ama liderlik ve iş kültürü gözlüğüyle izlerseniz, rahatsız edici bir ayna. Çünkü bize şunu gösteriyor: “Bir lider, insanı ikiye böldüğünde şirket kazanır, insanlık kaybeder.”
Gerçek liderlik, insanların hem işte hem hayatta aynı kişi olmasına izin vermektir.
İşi hayattan ayırmak değil, hayatın anlamını işe taşımaktır. Severance, bize bir distopya anlatmıyor. Belki de zaten yaşadığımız dünyayı, sadece biraz daha dürüst bir aynadan gösteriyor.
Mehmet Acar Kimdir?
Mehmet Acar, stratejist, yazar ve Onda Consultancy’nin kurucu ortağıdır. Stratejiden Performansa© modelinin tasarımcısı olan Acar, strateji, liderlik, kurum kültürü ve performans yönetimi konularında uzmandır. Türkiye’de ve yurtdışında danışmanlık projeleri yürütmekte; yazılarında iş dünyasına ilham veren strateji, kültür ve insani bakış açılarını öne çıkarmaktadır.