;
Arama

Turgay Ciner soruşturması: Sadece bir işadamı vakası mı, yoksa Türkiye ekonomisi için güven testi mi?

Turgay Ciner ve Can Holding’e yönelik kara para aklama, dolandırıcılık ve suç örgütü iddiaları çerçevesinde başlatılan soruşturma, sadece iş insanını değil Türkiye’nin uluslararası yatırımcı güvenini, finansal itibarını ve ekonomik istikrarını da test ediyor. Tutuklamalar, kayyım atamaları ve yakalama kararları, ülkenin kredi riskini ve yatırım ortamını doğrudan etkileyebilecek çok boyutlu bir krizi gündeme getiriyor.

30 Eylül 2025, 16:08 Güncelleme: 30 Eylül 2025, 16:27

Türkiye son yılların en önemli iş dünyası soruşturmalarından biriyle karşı karşıya. Can Holding’e yönelik kara para aklama, kaçakçılık, dolandırıcılık ve “suç örgütü kurma” iddiaları çerçevesinde yürütülen soruşturmada, Park Holding ve Ciner Şirketler Grubu’nun kurucusu Turgay Ciner hakkında yakalama kararı çıkarıldı, şirketlerinden bazılarına kayyım atandı. 

Ciner’in medya varlıklarını devrettiği Can Holding’in yönetim kurulu başkanı Kemal Can tutuklanırken, medya grubunun başındaki uzun yıllar Ciner’in en yakın çalışma arkadaşlarından biri olan yönetici hakkında da tutuklama kararı çıkarıldı; daha sonra bu karar yurt dışına çıkış yasağı ve ev hapsine çevrildi.

Anlaşılan verilen ifadeler doğrultusunda soruşturma halen yurt dışında yaşamakta olan Ciner’e uzandı.

Ciner Grubu’nun en önemli küresel şirketlerinden biri olan, merkezi Londra’daki WE Soda da kısa bir açıklama yaparak, yürüyen soruşturmayla hiçbir ilgilerinin olmadığını, faaliyetlerinin etkilenmediğini ve tüm süreçlerin Türk rekabet ve düzenleyici kurumlarının onayıyla yasal çerçevede gerçekleştiğini duyurdu. Şirket, operasyonlarının sorunsuz şekilde sürdüğünü vurguladı.

Ancak mesele, salt bir iş insanı hakkındaki soruşturmadan ibaret değil ne yazık ki. Ciner örneği, Türkiye’nin uluslararası yatırımcı güveni, finansal itibarı ve hukuk devleti algısı açısından çok daha geniş bir test alanı anlamına geliyor. Bu yüzden atılacak her adım sadece bireyleri değil, şirketlerin binlerce çalışanını, milyarlarca dolarlık yatırımları, ülkenin kredi notunu ve risk primini de yakından ilgilendiriyor. O yüzden krizin adli, ekonomik, siyasi ve uluslararası çok boyutlu yansımalarını hesaba katacak akıllı bir süreç gerekiyor.

Bir işadamının ötesinde bir eşik

Turgay Ciner, iş dünyasının son 40 yılına damgasını vurmuş bir figür. Tekstil ve medya sektörlerinden enerji ve madenciliğe uzanan geniş bir yelpazede faaliyet gösterdi. Ülkemizin en saygın şirketlerinden Şişecam’la ortak projelere imza attı, Çinli yatırımcılarla stratejik ortaklıklar kurdu, Güneydoğu’daki enerji santrallerinden Nallıhan’daki soda tesislerine kadar birçok projede yer aldı. ABD’de önemli şirketler satın alarak küresel varlığını büyüttü ve yakın gelecekte borsaya açılmayı planlıyordu.

2024’te medya varlıklarını Can Holding’e satarak ana odağını madencilik ve enerjiye çevirdiğini açıklayan Ciner, 10 bine yakın kişiye istihdam sağlayan dev bir grup yönetiyor. Ancak şimdi, hakkındaki iddialar ve çıkarılan yakalama kararı, ekonomimin zaten kırılgan olan dengeleri açısından ciddi sonuçlar doğurma potansiyeli taşıyor.

Dahası, devlet içindeki farklı güç odaklarının “etki alanı mücadelesi”nin yeniden alevlendiği ve Ciner’in de bu hesaplaşmanın kurbanı olduğu yönünde spekülasyonlar da dolaşıyor. Bu iddialar doğru olmasa bile, uluslararası yatırımcıların algısında “hukuki sürecin siyasi hesaplaşmalardan arındırılmış olup olmadığı” sorusu önem kazanıyor.

Yatırımcı güveni, CDS ve Türkiye’nin risk primi

Bu soruşturmanın etkileri sadece Ciner ve şirketleri ile sınırlı kalmayabilir. Eğer süreç iyi yönetilmezse ve hukuk dışı uygulamalar görülürse, Türkiye’nin uluslararası yatırımcı ve diğer ekonomik oyuncular nezdindeki güvenilirliği sarsılmaya devam edebilir.
    •    Türkiye, yakın zamanda Mehmet Şimşek’in çabaları neticesinde OECD/FATF gri listesinden çıkmayı başardı. Ancak büyük şirketlere yönelik operasyonların hukuki zeminden sapmış görünmesi, bu kazanımı zedeleyebilir.
    •    Ani operasyonlar, Türkiye’nin CDS risk primlerini yükseltebilir; bu da dış borçlanma maliyetlerini artırır.
    •    Borsaya açılmayı planlayan veya uluslararası ortaklıklar kuran şirketlerin itibarı zarar görebilir, Türkiye’nin “yatırım yapılabilir ülke” imajı yeni darbeler alabilir, “yatırımcı psikolojisinde” kalıcı hasar yaratabilir.

Sadece suçla mücadele değil, ekonomiyle uyumlu adalet

Elbette hiçbir iş insanı veya şirket hukukun üstünde değildir. Suç işlendiğine dair güçlü şüphe varsa, yargı mekanizması harekete geçmeli, gereken soruşturmalar yapılmalıdır. Ancak mesele sadece “suç var mı yok mu” sorusundan ibaret değil. Nasıl soruşturduğunuz, nasıl iletişim kurduğunuz, hangi kurumların hangi aşamada devreye girdiği ve krizin geniş yansımalarının hesaba katılıp katılmadığı en az sonuç kadar önemlidir.

Bu tür vakalar, eğer ölçüsüz biçimde yürütülürse, Türkiye’nin uluslararası sermaye çekme kabiliyetini, kredi notunu ve finansmana erişimini doğrudan etkileyebilir. Yani mesele sadece bir kişinin değil, şirket çalışanlarını, hissedarlarını, yatırımcı ortaklarını ve müşterilerini, dahası 85 milyonluk ülkenin geleceğini ilgilendirmektedir.

Dünya ne yapıyor? Uluslararası örneklerden dersler

Benzer olaylar dünyanın her yerinde yaşanıyor. Ancak büyük ekonomilerin yaklaşımı, gözlediğim kadarıyla, üç temel ilkeye dayanıyor:
    1.    Birey ile şirketi ayırmak.
    2.    Kurumsal koordinasyon ve iletişimi güçlendirmek.
    3.    Ekonomik istikrarı koruyarak hukuku işletmek.

ABD – “Şirketi değil, suçu cezalandır”

Enron skandalında yöneticiler yargılandı, şirket tasfiye planı ile çalışanların hakları korundu. Goldman Sachs 1MDB davasında ceza ödedi ama varlığı sürdürdü. Amaç gözdağı değil, düzeni yeniden tesis etmekti.

İngiltere – Ertelemeli cezalandırma

Rolls-Royce ve HSBC vakalarında “deferred prosecution agreement” ile şirketler cezalarını ödeyip yeniden yapılandı. Lisansları iptal edilmedi, sistem korunarak hukuk işletildi.

Almanya – Ekonomi ile adalet arasında denge

Volkswagen emisyon skandalında milyarlarca euro ceza kesildi, yöneticiler cezalandırıldı ama şirket çökertilmedi. Wirecard skandalı sonrası düzenleyici kurumların yetkileri artırıldı.

Fransa – Devlet yatırımcı iletişimini yönetir

Alstom davasında hükümet diplomatik destek sağladı. Société Générale anlaşmayla cezalandırıldı, faaliyetler devam etti.

Çin – Sert ama planlı müdahale

Jack Ma ve Ant Group vakasında sert regülasyonlar getirildi ama şirket yeniden yapılandırılıp sistemin parçası olarak kaldı.

Bu örneklerde ortak nokta: “Hukuk işliyor ama ekonomi korunuyor.” Devlet, adaletin tecellisini sağlarken ülkenin itibarını ve yatırım ortamını da koruyor.

Türkiye için üç temel ders

Turgay Ciner soruşturması, Türkiye için bir stres testi niteliğinde. Eğer doğru yönetilirse, “suç varsa cezalandırılır ama ekonomi korunur” mesajı vererek ülkenin yatırımcı nezdindeki güvenini pekiştirebilir.

    1.    Birey ile kurumu ayırmak: Hukuki süreç kişilere odaklanmalı; binlerce kişiye iş sağlayan şirketlerin faaliyetleri kesintiye uğramamalı.
    2.    Kurumsal koordinasyon ve iletişim: MASAK, SPK, Rekabet Kurumu ve yargı organları ortak hareket etmeli; kamuoyuna açık, net, düzenli bilgilendirme yapılmalı.
    3.    Yatırımcı güveni odaklı yaklaşım: “Hukuk işliyor ama yatırım ortamı zarar görmüyor” mesajı açıkça verilerek paniğin önüne geçilmeli.

Kriz mi, dönüm noktası mı?

Turgay Ciner hakkında yürütülen soruşturma, Türkiye’nin yalnızca hukuk devleti ilkelerine bağlılığını değil, aynı zamanda ekonomik istikrarını, uluslararası yatırımcı güvenini ve kurumsal kapasitesini de test ediyor. Sürecin iyi yönetilmesi, yatırımcıya “Türkiye’de hukuk işliyor ama öngörülebilirlik ve istikrar korunuyor” mesajı verir.

Bu mesaj verilmediği takdirde ise, soruşturma sadece bir iş insanı vakası olmaktan çıkar, Türkiye’nin kredi riskini artıran, finansmana erişimini zorlaştıran ve yatırımcıların tereddütlerini büyüten bir yapısal sorun haline gelir.

Türkiye, bu süreçte bireyleri cezalandırırken kurumları ve ekonomiyi korumayı başarabilirse, bu vakayı bir krize değil, tam tersine yatırımcı güvenini pekiştiren bir fırsata dönüştürebilir. Aksi hâlde, gri listeden çıkışla elde edilen kazanımların bir kısmı kısa sürede kaybedilebilir.

Adaletin yerini bulması elbette şart; ancak bu adaletin ekonomik gerçekleri gözeterek, ölçülü, öngörülebilir ve şeffaf biçimde uygulanması da aynı derecede hayati önemdedir.

İyi yönetilirse bu süreç, Türkiye ekonomisinin ve hukuk sisteminin olgunluk testi olarak tarihe geçebilir. Kötü yönetilirse, yatırımcıların hafızasında uzun süre silinmeyecek yeni bir “güven travması”na dönüşebilir.

Çay ocağında çıraklıktan milyarderliğe Turgay Ciner: TMSF ikinci kez kapısında

 


"Ekonomi" Kategorisinden Daha Fazla İçerik

  • Türk Telekom’dan 7 yıl vadeli yeşil tahvil hamlesi

    Türk Telekom’dan 7 yıl vadeli yeşil tahvil hamlesi

  • Açlık sınırı 28 bin liraya dayandı

    Açlık sınırı 28 bin liraya dayandı

  • İş dünyasında cehaletin cesareti, bilginin korkusu

    Mehmet Öğütçü
    İş dünyasında cehaletin cesareti, bilginin korkusu

  • Türkiye'nin net dış borç stoku 295 milyar dolar oldu

    Türkiye'nin net dış borç stoku 295 milyar dolar oldu

  • General Motors elektrikli araç hedeflerinde frene bastı

    General Motors elektrikli  araç hedeflerinde frene bastı

  • EA, 55 milyar dolara Suudi konsorsiyumuna satılıyor

    EA, 55 milyar dolara Suudi konsorsiyumuna satılıyor

Yazarlar

Çok Okunanlar

  • Vantilatörle uyumanın etkileri: Bilim ne diyor?


  • En zengin 100 Türk


  • 2025 Forbes 39. Dünya Milyarderler Listesi


  • Dolar milyarderi Türkler


  • forbes.com.tr

    Dünyanın en zengin 10 insanı (Ocak 2025)


...

Sayfa Sonu

Yüklenecek başka sayfa yok