Kıbrıs yol ayrımında: Federasyon illüzyonu mu, egemenlik gerçeği mi?
Cumhuriyetçi Türk Partisi lideri Tufan Erhürman, oyların yüzde 60,32’sini alarak Ersin Tatar karşısında açık farkla kazandı.
Bu sonuç, yalnızca bir siyasi değişimi değil; Doğu Akdeniz’in geleceğini, Türkiye’nin yönünü ve Batı ile ilişkilerdeki stratejik dengeleri yeniden tanımlayabilecek bir dönüm noktasını işaret ediyor.
Bugün Kıbrıs’ın önünde duran temel soru, yarım yüzyıldır aynı:
Kıbrıs, federasyon hayaliyle Rumlarla birleşme illüzyonuna mı sarılacak, yoksa Türkiye ile akılcı, egemen ve sürdürülebilir bir ortaklık modeline mi yönelecek?
Ankara için alarm zili
Rumlar ve Yunanlılar ada üzerindeki rüyalarını gizlemiyor.
Eşit egemen iki toplum fikrine hâlâ tahammül edemiyorlar.
Bu yeni tablo, Ankara açısından yalnızca bir seçim sonucu değil, jeopolitik bir uyarı zili anlamına geliyor.
Türkiye’nin önündeki yük zaten ağır:
Gazze’de kanayan cephe, Suriye’de kırılgan denge, Ege’de tırmanan rekabet, Rusya-Ukrayna savaşı, AB ve ABD ile gerilimli ilişkiler, içeride ekonomik baskı ve kurumsal yorgunluk…
Bu denklem içinde Kıbrıs’ta yaşanacak yön kayması, stratejik açıdan telafisi güç bir kırılma yaratabilir.
Çünkü Kıbrıs, taviz verilecek bir satranç taşı değil, Türkiye’nin jeopolitik namusu, menfaati ve haysiyetidir.
Bir “Floridalaşma” hayali mi, “uçak gemisi” gerçeği mi?
Bazı yatırımcılar Kıbrıs’ı Akdeniz’in “Florida”sı gibi hayal ediyor: güneş, turizm, lüks konutlar, kumarhaneler…
Ancak Ankara’nın perspektifinde Kıbrıs hiçbir zaman yalnızca bir ada olmadı.
Stratejistler onu “Doğu Akdeniz’in batırılamaz uçak gemisi” olarak tanımlar.
Türkiye’nin enerji güvenliği, deniz yetki alanları, savunma zinciri bu adadan geçer.
Kıbrıslı Türkler içinse ada, sadece bir yaşam alanı değil; kimliklerinin, özgürlüklerinin ve onurlarının teminatıdır.
Hiç kimse yeniden Rum hegemonyası altına girmek istemez; bu, hafızalarda hâlâ taze bir travmadır.
Federasyonun serabı
Yarım yüzyıldır tekrarlanan “federasyon” fikri artık bir barış reçetesi değil, romantik bir serap.
Rum tarafı, 2004’te reddettiği Annan Planı’ndaki zihniyetin aynısını sürdürüyor.
“Ortak başkanlık” veya “fon paylaşımı” gibi makyajlı vaatler, eşitliğe değil, asimetrik bağımlılığa çıkar.
Brüksel ise hâlâ “birlik içinde birleşme” ütopyasından söz ediyor.
Oysa bu model, Kıbrıs Türklerinin siyasi öznesini silikleştirir,
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki manevra kabiliyetini AB hukukunun dar kalıplarına hapseder.
Federasyonun özü değişmez: eşitlik değil, Rum üstünlüğü.
Egemenlik gerçeği ve akıllı bütünleşme
Gerçekçi ve sürdürülebilir yol, iki egemen devletin barış içinde yan yana yaşamasıdır.
Bu model, Devlet Bahçeli’nin önerdiği gibi Türkiye’ye “ilhak” anlamına gelmez.
Zira böylesi bir adım ne uluslararası konjonktürde kabul görür ne de Türkiye’nin çıkarınadır.
İlhak, duygusal olarak bazı çevrelerde karşılık bulabilir; ama
ABD, AB, NATO ve Arap dünyasıyla ilişkilerde geri dönülmez kırılmalar yaratır.
Türkiye’nin mevcut ekonomik ve diplomatik yükleri, böylesi bir şoku kaldıramaz.
Bu nedenle ihtiyaç duyulan şey, egemenlikten taviz vermeden, akıllı bir bütünleşme modelidir.
Bu model Türkiye’ye, garantörlükten enerji hatlarına kadar stratejik derinlik kazandırır;
Kıbrıs Türklerine ise kendi kaderleri üzerinde denetim ve özsaygı sağlar.
Kuzey Kıbrıs’ın dönüşümü de bu vizyonla olmalı: kumarhane ve gri finans ekonomisinden, dijitalleşme, yeşil enerji, eğitim ve teknoloji temelli sürdürülebilir kalkınmaya geçilmeli.
Bu sayede ada, Doğu Akdeniz’in Singapur’u veya Dubai’si olabilir.
Ankara’nın rolü: Vali değil, vizyon ortağı
Ankara’nın Kıbrıs’taki rolü artık yeniden tanımlanmalı.
Kıbrıslı Türklerin siyasetine, kurumlarına, gündelik yaşamına sürekli müdahale,
“kardeşlik” değil, vesayet algısı yaratıyor.
Türkiye’nin etkisini artıran şey baskı değil; güven, saygı ve ortak vizyondur.
Ankara, Kıbrıs’ta “yöneten” değil, vizyon ortağı olmalıdır.
Bu yaklaşım Türkiye’nin yumuşak gücünü yeniden parlatır, hem adada hem bölgede itibar kazandırır.
Jeopolitik gerçek: Ada, kendi haline bırakılmaz
Unutmayalım ki Kıbrıs, yalnızca iki toplumun meselesi değildir.
Birleşik Krallık, ada üzerinde iki egemen askeri üs bulunduruyor.
ABD ve İsrail de bölgede askeri ve istihbari varlıklarını giderek güçlendiriyorlar.
Bu tablo, Kıbrıs’ın kendi haline bırakılmayacağını açıkça gösteriyor.
Doğu Akdeniz’den Ortadoğu’ya, Körfez’den Kuzey Afrika’ya kadar yeni jeopolitik dizaynın merkezinde
enerji hatları, güvenlik koridorları ve askeri üsler var.
Kıbrıs da bu satranç tahtasının tam kalbinde yer alıyor.
Dolayısıyla Türkiye’nin Kıbrıs politikası, artık yalnızca “savunma” değil,
proaktif ve yaratıcılıkla şekillenmiş bir diplomatik hamleler bütünü olmalı.
Üç maddede yeni Kıbrıs doktrini
Federasyon hayaline direnç:
Romantik illüzyonları değil, sahadaki güç dengesini esas alan realist bir vizyon.
Egemenlik + akıllı bütünleşme:
İlhak değil; eşit, karşılıklı tanınan, ekonomik ve diplomatik olarak iç içe geçmiş bir ortaklık.
Jeopolitik farkındalık:
Ada üzerindeki İngiliz, Amerikan ve İsrail varlığını görmezden gelmeyen;
Türkiye’yi pasif bekleyenden aktif biçimlendiriciye dönüştüren stratejik uyanış.
Sonuç: Stratejik netlik ve soğukkanlı güç
Kıbrıs artık “nasıl birleşiriz?” değil,
“nasıl birlikte yaşarız?” sorusunun eşiğinde.
Türk tarafı için bu, özgüvenli, şeffaf, kurallı bir yönetim demektir;
Türkiye içinse gücünü zorla değil, stratejik olgunlukla göstermek.
Federasyon hâlâ iyi niyetli bir düş olabilir.
Ama egemenlik, güven ve özgüven üzerine kurulu bir düzen,
Kıbrıs’ta ve Doğu Akdeniz’de kalıcı barışın tek gerçek yoludur.
Ve ne KKTC ne de Türkiye, üzerlerine gelen baskıları yalnızca püskürten değil,
proaktif, yaratıcı, vizyoner aktörler olarak uluslararası toplumu yanına çekmelidir.