İsrail kendi ayağına kurşun sıkıyor
İsrail küçük bir ülke ama büyük emellerin peşinde. Orta Doğu’nun en gelişmiş ordusuna, nükleer caydırıcılığa ve neredeyse koşulsuz sayılabilecek bir ABD desteğine sahip. Fakat saldırganlığı ve askeri genişleme politikası yüzünden yüz milyonlarla ifade edilen, genç ve öfkeli toplumlarla çevrili.
Güvenliği sağlamak için askeri güce dayalı politikaları kısa vadede caydırıcı görünse de, uzun vadede İsrail’in geleceğini daha kırılgan hale getiriyor.
Demografi ve ekonomi tuzağı
İsrail’in nüfusu yaklaşık 10 milyon: 7,5 milyonu Yahudi, 2 milyonu Arap. Buna karşılık çevresinde 110 milyonluk Mısır, 89 milyonluk İran, 86 milyonluk Türkiye ve 45 milyonluk Irak bulunuyor. Ne kadar ileri teknolojiye sahip olursa olsun, bu demografik gerçek İsrail’in en zayıf noktası.
Şu anda harabeye dönmüş olan Gazze’de tablo daha da çarpıcı. İşsizlik %65’in üzerinde, genç işsizliği %90’a ulaşıyor. UNDP verilerine göre yoksulluk oranı keskin biçimde artarken, hanelerin çoğu gıda yardımlarıyla ayakta kalıyordu son krize kadar. Her yıkılan ev, her öksüz kalan çocuk yalnızca bir insani trajedi değil; aynı zamanda gelecekte yeni bir militan neslin tohum yatağı.
Bitmeyen savaşların bedeli
2008’den bu yana İsrail Gazze’de altı büyük operasyon düzenledi. Son çatışmalarda, kimi kaynaklara göre, 200.000’den fazla Filistinli öldü ya da yaralandı. Altyapı çöktü, ekonomi iflas etti.
Askeri üstünlüğü tartışılmaz; ancak bunun ekonomik faturası giderek ağırlaşıyor. Savunma harcamaları GSYH’nin %5’inden fazla. Yüksek teknoloji ihracatı ülkeyi ayakta tutsa da, kalıcı çatışma ortamı yatırımcı güvenini zedeliyor, borçlanma maliyetlerini artırıyor ve “start-up nation” imajını yıpratıyor.
Vicdani üstünlüğün kaybı
Bir zamanlar Holokost’un mağduru olarak dünya vicdanında özel bir yeri olan İsrail, bugün Gazze’de ölen çocukların, Batı Şeria’daki yerleşimlerin ve yıkıntılar arasındaki görüntülerle anılıyor.
Batı kamuoyunda özellikle genç kuşaklar artık İsrail’i “David” değil, çevresine kolektif cezalar uygulayan “Golyat” olarak görüyor. Bu yalnızca sokaklarda değil; üniversitelerde, parlamentolarda ve ABD Kongresi’nde bile açıkça dillendiriliyor.
ABD’nin sabırsızlığı
İsrail her yıl 3,8 milyar dolar askeri yardım aldığı ABD’nin güvenlik şemsiyesi altında. Ancak Washington’da siyasi iklim değişiyor. Hem ilerici Demokratlar hem de popülist Cumhuriyetçiler, “ABD vergi mükellefleri neden İsrail’in bitmeyen savaşlarını finanse ediyor?” diye soruyor. Avrupa’da da kamuoyu desteği hızla eriyor.
Bölgesel ittifaklar: Güçlü görünse de kırılgan
İsrail, çevresinde yalnız kalmamak için yeni ittifaklar geliştirdi.
• Azerbaycan ile enerji, savunma ve istihbarat alanlarında yakın işbirliği kurdu. İsrail, petrolünün önemli bölümünü Bakü’den tedarik ediyor; Azerbaycan da İsrail’i İran’a karşı stratejik bir denge unsuru olarak görüyor.
• Bölge Kürtleri ile gizli-açık ilişkiler devam ediyor. Suriye ve Kuzey Irak’taki Kürt gruplarla temaslar, Ankara’yı rahatsız etse de İsrail için bir “arka kapı” işlevi görüyor.
• İbrahim Anlaşmaları sayesinde BAE, Bahreyn ve Fas’la diplomatik ilişkiler normalleşti; Suudi Arabistan’la perde arkasında yakınlaşma var. Yatırım, turizm ve teknoloji alanında önemli kazanımlar sağlandı.
Fakat bu diplomatik başarıların altı büyük ölçüde boş. Çünkü taban çok farklı düşünüyor:
• Gazze’de yıkım görüntüleri, Arap sokaklarında büyük öfke yaratıyor. Körfez yönetimleri İsrail ile ticaret yaparken, halkın önemli bir kısmı bunu “ihanet” olarak görüyor.
• Ürdün ve Mısır’da halkın büyük çoğunluğu, İsrail’le resmi ilişkileri desteklemiyor.
• Dolayısıyla İbrahim Anlaşmaları “tepeden dayatılmış bir barış” olarak görülüyor ve halkın tepkisiyle kolayca sarsılabilir.
Güç mü, adalet mi?
İsrail’in doktrini hep “güç gösterisiyle güvenlik” oldu. Ama tarih bize şunu öğretti: adalet olmadan güvenlik kalıcı değildir. Çocukluğunu yıkıntılar arasında, yoksulluk ve aşağılanma içinde geçiren nesiller, barışa değil intikama aday olur.
Daralan zaman penceresi
İsrail 77 yılda olağanüstü işler başardı: çölü tarıma çevirdi, teknoloji kümeleri yarattı, göçmenleri absorbe etti ve birçok savaştan sağ çıktı. Dünya Yahudileri her alanda insanliğin yüz akı, birçok ilerlemenin kaynağı; İsrail’in eylemleri onları da rahatsız ediyor, hedefi haline getiriyor.
Artık zaman daralıyor. Seçenek net: ya bugünkü yolu sürdürüp küçük bir ülke olarak daha büyük düşman halkalarıyla çevrili kalacak. Ya da hâlâ vakit varken, gücü adaletle, caydırıcılığı uzlaşıyla harmanlayan bir vizyon geliştirecek.
Politika tavsiyeleri
1. Adalet ve güvenliği birlikte inşa etmek: Filistinlilerin devletleşme, onur ve yaşam hakkı taleplerini tanımadan İsrail’in kalıcı güvenlik bulması imkânsız. Aynı şekilde İsrail’in uluslararası tanınmış sınırları içinde var olma hakkı da tartışılmaz.
2. ABD bağımlılığını azaltmak: Washington’daki siyasi iklim kırılgan; İsrail daha dengeli bir diplomasi ve bölgesel uzlaşı arayışına yönelmelidir.
3. Ekonomiyi barışla beslemek: “Start-up nation” kimliği, ancak kalıcı çatışma döngüsü kırıldığında sürdürülebilir.
4. Vicdani üstünlüğü yeniden kazanmak: Dünya vicdanında kaybedilen alanı, sivil kayıpları en aza indiren, hukuka ve insani değerlere saygılı politikalar geri kazandırabilir.
5. Genç nesilleri kaybetmemek: Hem İsrail’in hem Filistin’in gençleri için umut ve fırsat yaratılmalı. Bugün öfke ve çaresizlik içinde büyüyen çocuk, yarının barış elçisi olabilir — eğer kapı açılırsa.
6. İbrahim Anlaşmalarını tabana yaymak: Körfez ülkeleriyle kurulan işbirliğinin kalıcı olabilmesi için sadece elitler değil, halkın geniş kesimleri de kazanım elde etmeli. Aksi halde bu anlaşmalar, ilk büyük kriz dalgasında çökecektir.
Son söz
İsrail hâlâ yön değiştirme şansına sahip. Ama bu, Netanyahu liderliği altında mümkün görünmüyor. Gücü adaletle, caydırıcılığı diplomasiyle birleştiren bir strateji geliştirmek yalnızca İsrail’in geleceğini değil, diaspora Yahudilerinin güvenliğini, itibarını ve tüm bölgenin istikrarını da kurtarabilir.
Aksi halde, bugün atılan adımlar yarının en büyük stratejik hataları olarak tarihe yazılacaktır.
Benden söylemesi.