Yükseldikçe başını eğenler: Pencere kenarında kozmosla yüzleşmek
Her uçağa binişimde, mümkünse pencere kenarında oturmayı isterim. Bunun bir meraktan mı, bir ritüelden mi, yoksa içsel bir yüzleşme arzusundan mı kaynaklandığını tam olarak bilemiyorum. Ama ne zaman tekerlekler yerden kesilse, ne zaman bulutlar göz hizasına gelse, içimde tarifsiz bir durulma başlar.
Aşağıdaki şehirler küçülür. Binalar, yollar, insanlar ip gibi sıralanır. Koca metropoller maket gibi görünür gözüme. Az önce içinde koşturduğum karmaşa, gözümde giderek silinir. O an, evrenle baş başa kaldığımı hissederim. Ve bu yüzleşme her seferinde aynı hakikati fısıldar kulağıma: Ne kadar küçüğüz. Ne kadar geçiciyiz. Ve aslında ne kadar da önemsiz.
Bunu söylemek bazılarına karamsarlık gibi gelebilir. Ama aksine, ben bu hissi özgürleştirici buluyorum. Çünkü kendi küçüklüğümüzün farkına vardığımızda, büyüklük hırslarımızdan, kibirli beklentilerimizden, "dünyanın merkezindeymişiz" sanrılarımızdan sıyrılabiliyoruz.
Samanyolu Galaksisi’nde yaşıyoruz. 100 ila 400 milyar yıldızdan oluşan dev bir spiral sistem bu. Ve bilim insanları her yıldızın etrafında en az bir gezegen olduğunu söylüyor. Bu da Samanyolu’nda yaklaşık 400 milyar gezegen olabileceği anlamına geliyor. Biz, bu muazzam sistemin içinde, galaksinin merkezinden 27 bin ışık yılı uzaklıkta, Orion Kolu denen kıyıda köşede kalmış bir bölgede yaşıyoruz. Güneş adını verdiğimiz sıradan bir yıldızın çevresinde dönen üçüncü gezegende, yani Dünya’da.
Evrenin içinde ne bir merkeziz, ne görünür bir figür. Fiziksel olarak, yok denecek kadar küçük bir noktadayız. Ama belki de asıl anlam, tam da burada başlıyor.
Çünkü biz, evrende kendi varlığının farkında olan, sorgulayan, düşünen, yazan ve hisseden belki de tek canlı türüyüz. Yıldız tozuyuz, ama yıldızlara bakan tozuz. Bu da bize bir tür sorumluluk yüklüyor: Küçüklüğümüzü unutmadan, etkili ve anlamlı izler bırakmak. Yalnızca kariyerimize ya da servetimize değil; birbirimize, doğaya ve geleceğe.
Günümüz iş dünyası, başarıyı sıkça "büyümek"le eş tutuyor. Daha büyük şirketler, daha çok takipçi, daha yüksek değerlemeler... Oysa gerçek büyüme, sadece dışarıya değil, içeriye doğru da yolculuk edebilmektir. Ve bu içsel yükseliş, ancak tevazu ile mümkün olur.
Tevazu, kendini ezmek değildir. Tevazu, gerçek yerini bilmektir. Güneşin değil, onun etrafında dönen küçük bir taş parçasının üzerinde yaşadığını unutmamaktır. En yüksek mevkide bile, en alçak gönüllü olabilmektir.
O yüzden diyorum ki:
Kendimizi bu kadar önemli sanmayalım.
Toplu iğnenin ucu kadar bile değiliz bu galakside.
Ve belki de bu çok iyi bir şey.
Tevazu öğrenmek için felsefe kitapları karıştırmanıza gerek yok. Bir pencere kenarına oturun. Uçak yükselirken başınızı sağa çevirin. Aşağıya bakın. Binalar küçülüyor, yollar silikleşiyor, insanlar kayboluyor. Bir süre sonra hiçbir şey seçilemiyor. İşte siz de onlardan birisiniz.
Ne ünvanınız seçiliyor oradan, ne başarılarınız, ne kibriniz.
Sadece gökyüzü var, sessizlik ve farkındalık.
O yüzden yükseldikçe başınızı eğin.
Gerçek büyüklük oradadır.
"Forbes Life" Kategorisinden Daha Fazla İçerik
Yazarlar
Çok Okunanlar
-
-
forbes.com.tr
Dünyanın en zengin 10 insanı (Ocak 2025)
-
-
-
forbes.com.tr
En zengin Türklerin sıralaması nasıl değişti?