Tribünde değil, masada ve diplomasi sahasında: Türkiye artık oyun kurucu olmalı
Orta Doğu bir kez daha barut fıçısına dönüşmüş durumda.
13 Haziran 2025 gecesi İsrail’in İran’daki nükleer, askeri ve stratejik altyapıya yönelik gerçekleştirdiği geniş kapsamlı hava saldırılarıyla başlayan süreç, sadece iki ülke arasında sınırlı kalmadı. İran, ertesi sabah Şiraz, Tebriz ve Buşehr'den kalkan insansız hava araçları ve balistik füzelerle misilleme yaptı. Bölgedeki Amerikan üsleri alarm durumuna geçti, Körfez ülkeleri hava sahalarını geçici olarak kapattı.
Bu kriz, Soğuk Savaş’tan bu yana Orta Doğu'daki en büyük doğrudan devletlerarası çatışma riski olarak görülüyor.
Bu gelişmelerin gölgesinde Türkiye yalnızca coğrafi olarak değil, enerji güvenliği, ekonomi, savunma ve diplomatik dengeler açısından da merkeze oturuyor. Kriz yalnızca diplomatik notalarla, “endişe duyuyoruz” açıklamalarıyla geçiştirilemeyecek kadar derin.
Bugün olup bitenler yarın doğrudan Türkiye'nin sınırlarını, hatta iç politikasını etkileme potansiyeline sahip.
Artık pasif diplomasi yetmez
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanlığı’nın saldırıları “barbarca”, “uluslararası hukuka aykırı”, “bölge barışı için tehdit” olarak nitelemesi, geçmişteki benzer krizlerde olduğu gibi hızlı bir refleksi ortaya koyuyor.
Ancak çağ değişti. Bölgede artık sadece açıklama yapan değil, diplomaside sahaya inen, proaktif ve çok katmanlı diplomasi üreten, güç kullanan ülkeler etki alanı yaratabiliyor. Türkiye’nin “yüksek sesle konuşan ama eyleme geçmeyen” bir ülke olarak algılanması, bölgesel ve küresel güç projeksiyonunu zayıflatıyor.
Oysa Türkiye, 1 trilyon dolarlık ekonomisi, yıllık 350 milyar dolarlık dış ticaret hacmi, 50 milyar dolarlık savunma sanayi büyüklüğü ve 500 binden fazla profesyonel askeri gücüyle artık tribünlerde kalamaz. Bugün Türkiye, yalnızca bölgesel değil, küresel düzlemde de kriz yöneten, inisiyatif alan bir aktör olarak sahaya inmek zorundadır.
Hürmüz Boğazı ve enerji krizi: Türkiye için ulusal güvenlik riski
En ciddi tehditlerden biri enerji güvenliğinde kırılma riski.
İran Devrim Muhafızları'nın doğrudan açıklamaları ve bölgeye mayınlı sürat botlarının sevkiyatı, Hürmüz Boğazı'nın fiilen kapanma tehlikesini artırıyor. Bugün dünya petrol arzının yaklaşık yüzde 30’u, doğalgaz arzının ise yüzde 25’i bu boğazdan geçiyor.
ABD Enerji İstihbarat Ajansı verilerine göre, Hürmüz Boğazı’nın kapanması hâlinde:
• Brent petrol fiyatı 72 saat içinde 150 dolar/varil seviyesini aşabilir.
• LNG fiyatları 2021 seviyesini geçerek 100 dolar/MMBtu üzerine çıkabilir.
• Türkiye'nin yıllık enerji ithalat faturasına 30-35 milyar dolar ilave yük binebilir.
Zaten 2024 yılında 65,6 milyar doları bulan Türkiye’nin enerji ithalatı, bu krizde daha yukarılara tırmanabilir. Bu, Türkiye'nin cari açık hedeflerini paramparça edecek, kur üzerindeki baskıyı artıracak ve sanayi maliyetleriyle birlikte enflasyonu çift hanelerde sabitleyecektir. Üstelik bu sadece ekonomik bir mesele değil; üretimden gıdaya, ulaştırmadan sağlık sistemine kadar zincirleme bir güvenlik krizine yol açacaktır.
Askerî ve jeopolitik dengeler: Türkiye nerede durmalı?
İsrail’in giderek artan yayılmacılığı ve Kürt koridorunu Hazar’dan Akdeniz’e açma çabaları, Türkiye’nin güneyinde kalıcı bir kuşatma hattı oluşturuyor. YPG’nin yeniden silahlandırılması, Musul-Kerkük hattındaki Sünni cephelerin İsrail etkisine girmesi, sadece dış politika değil, ulusal egemenlik riski doğuruyor.
Diplomasi: Sahada, masada ve çok merkezli
Peki bu karanlık tablo karşısında Türkiye somut olarak ne yapmalı? Sadece tribünde oturup alkışlayan ya da yuhalayan bir seyirci değilsek, sahaya inmek gerekiyor. Türkiye, bölgesel gücünü kâğıt üzerinde değil sahada göstermeli. Bu kapsamda:
• Bugüne kadar benzeri sorunlarda pek iyi sınav vermemiş olsa da İslam İşbirliği Teşkilatı ve D-8 gibi platformlar aracılığıyla kolektif diplomatik baskı oluşturmalı, tarafları krizin yayılmasını önleyecek ön koşulsuz diyalog masasına davet etmelidir. İsrail için yaşamsal Abraham Anlaşmaları'nın çantada keklik olmadığını bölge ülkeleri ile birlikte hissettirecek bir ortak harekete ihtiyaç var.
• İran ile doğrudan, güvenlik ve enerji temelli diyalog hatlarını yeniden açarak çözüm odaklı diplomasi yürütmeli; Tahran’a yalnızca eleştiri değil, somut öneri de götürmeli, uluslararası camiaya dönüşü ve nükleer tehditlerin bertaraf edilmesi için çaba sarf edilmelidir. Zor zamanlarda gösterilen dostluğun meyveleri ileriki yıllarda alınacaktır.
• İsrail ile ikili ve diplomatik temaslar stratejik mesajlarla yeniden düzenlenmelidir. Bu adım, çatışmacı değil; uyarıcı ve yönlendirici olmalıdır. 25 yıllık bir stratejik mutabakat ile İsrail’in güvenlik kaygıları giderilmeli; bölge ülkelerinin pozisyonu net biçimde aktarılmalı; ne Batı kampına tam angaje ne de Doğu’ya kaymış bir Türkiye algısı yaratılmadan, kendi menfaatlerini önceleyen özerk duruş netleştirilmelidir.
ABD, NATO ve Batı ile dengeli ilişkiler
ABD, beklenildiği gibi İsrail’in yanında yer alıyor; ancak Türkiye için bu durum ne sürpriz ne de yön değiştirici bir etkendir. Türkiye, NATO üyesi olmasına rağmen, kendi güvenlik ve diplomasi mimarisini Batı’dan bağımsız olarak kurabilecek kapasitededir.
Bu noktada Türkiye şu mesajı net biçimde vermelidir:
“Biz ne İran’ın hamisiyiz ne de İsrail’in ortağıyız. Kendi ulusal güvenliğimizi, ekonomik refahımızı ve bölgesel barışı esas alan, bağımsız bir güç olarak hareket ediyoruz.”
Enerji arz güvenliğinde yapısal dönüşüm zorunlu
Bugünkü kriz, enerji güvenliğinin sadece boru hattı veya LNG kontratlarıyla sağlanamayacağını bir kez daha gösterdi.
Türkiye:
• Yenilenebilir enerji kapasitesini 2030’a kadar yüzde 60’a çıkarma hedefini öne çekmeli,
• Yeşil hidrojen yatırımlarını hızlandırmalı,
• Enerji verimliliği politikalarında sanayi, ulaştırma ve binalar için zorunlu dönüşüm programları başlatmalı.
Bu adımlar, sadece iklim hedefleri için değil, aynı zamanda jeopolitik kırılmalara karşı içsel direnci artıracaktır.
Artık oyun kurucu olma zamanı
Krizler, ülkelerin gerçek kapasitelerini ve liderlik becerilerini ortaya çıkarır. Bugünkü İsrail-İran çatışması, Türkiye için sadece dış politika sınavı değil, aynı zamanda tarihsel bir dönemeçtir. Sessiz kalmak ya da edilgen tepkilerle yetinmek, Türkiye’yi sadece bölgesel olarak değil, küresel düzlemde de oyun dışına iter.
Türkiye artık:
• İnisiyatif almalı, masaya çözümle oturmalı, sahada caydırıcı olmalı, diplomaside yön verici rol üstlenmeli,
• Krizden fırsat doğurmalı, güvenlik ve enerji stratejisini yeniden yapılandırmalı,
• Küresel düzeyde yeni bir sayfa açmalıdır.
Çünkü bu coğrafyada boşluk tanınmaz. Eğer biz doldurmazsak, başkaları doldurur. Ve bu başkalarının çıkarları, bizimle örtüşmez.
Artık sadece tribünde değil, sahada olma zamanı.
"Dünya" Kategorisinden Daha Fazla İçerik
Yazarlar
Çok Okunanlar
-
-
forbes.com.tr
Dünyanın en zengin 10 insanı (Ocak 2025)
-
-
-
forbes.com.tr
En zengin Türklerin sıralaması nasıl değişti?