Pekin: Diplomasiye girişim, mutfak tadı, kişisel dönüşüm ve Türk-Çin ilişkileri
Genç bir diplomat olarak gri sabahlarında adım attığım Pekin, bana sadece Çin’i değil, dünyayı ve kendimi de yeniden anlamayı öğretti. Sessizlikte saklı bilgiden sofradaki stratejiye, sanatın dönüşümünden jeopolitiğin nabzına kadar uzanan bu yolculuk Türkiye’nin Çin’e yaklaşımında da yeni bir perspektif sunuyor: Ezber değil, sezgi; refleks değil, stratejiyle...
30 Temmuz 2025, 12:08
Bazı şehirler sadece pasaportunuza bir damga vurur. Bazıları ise ömrünüze…
Benim için Pekin, ilk diplomatik görev yerim olmanın çok ötesinde; dünyaya bakışımı, kendimi tanıma biçimimi ve insanlarla kurduğum ilişkiyi temelden dönüştüren bir eşikti.
1989 yılının puslu bir Mayıs sabahında, Tiananmen henüz sessizken, çiçeği burnunda genç bir diplomat olarak adım attım bu gri şehre. Gökyüzü kadar sokaklar, sokaklar kadar yüzler de griydi. Ama işte tam da o gri fonun içinde, kendi renklerimi, kendi sesimi bulmaya başladım. Hayata bakışımı değiştirdi bu kent.
Resmi raporlarımı China Daily, Xinhua ya da Renmin Ribao üzerinden değil, diplomatik camla ve Çinlilerle doğrudan temasla, bazen de Hong Kong merkezli South China Morning Post gibi muhalif kaynaklardan elde ettiğim ipuçlarıyla hazırlardım. Çünkü Çin’de esas bilgi, çoğu zaman söylenmeyende gizliydi. Çince bilmenin avantajları saymakla bitmez.
Bugün diplomatik masalarda duyduğum her cümle, bana Pekin’de öğrendiğim o ilk dersi yeniden hatırlatır: “Dinle. Ama söylenmeyeni duymaya çalış.”
Sonraki yıllarda IEA’de enerji diplomasisi, OECD’de yatırım politikaları, British Gas’ta ticari strateji, Invensys ve Global Resources’ta küresel yatırımlar, London Energy Club’da ise jeopolitik diyaloglar kurarken hep yanımda taşıdım Pekin’in dinginliğini ve sezgisini.
Ve rakamlar bu dönüşümü gözler önüne seriyor:
• Pekin’in gayrisafi yurtiçi hasılası 18 trilyon doları aştı.
• Kişi başı gelir, Çin ortalamasının üç katına ulaştı.
• Şehirde 98 adet Fortune Global 500 şirketi faaliyet gösteriyor.
• Metro ağı 800 kilometreyi geçti.
Ancak mesele sadece büyüme değil. Pekin artık bir zihinsel metropol.
798 Sanat Bölgesi’nde kodlama yapan gençler, felsefe tartışan tasarımcılar, geleneksel Çin mürekkep sanatıyla NFT’yi buluşturan sanatçılar…
Pekin artık hem üreten, hem düşünen, hem de anlatan bir şehir.
Çin mutfağında her yemek, bir mesajdır.
Kung Pao tavuğun acısı, diplomatik satır aralarını yakar.
Mapo tofu, Sichuan biberiyle sizi sabra davet eder.
Din Tai Fung’daki bir mantının incecik katları, Çin siyaseti kadar karmaşıktır.
Haidilao’daki hot pot, ittifakların kaynamadan önce sabırla harmanlanması gerektiğini öğretir.
Çin artık yalnızca üreten değil; anlam inşa eden bir medeniyet.
Çin’in Türkiye’deki doğrudan yatırımı yalnızca 3,2 milyar dolar.
Kültürel etkileşim yüzeysel.
Teknoloji iş birliği sembolik.
Uygur Türkleri meselesi ise Pekin’de soru işaretleri doğuruyor.
Yani Çin, Türkiye’yi bir pazar olarak görüyor; ama henüz stratejik ortak olarak görmüyor. Ne ekonomik, ne siyasi, ne de jeopolitik denklemde.
Agresif değil, dikkatli ve tutarlı olanlara alan açar.
Türkiye ise hâlâ Çin’e ya kuşkuyla ya da duygusal iniş çıkışlarla yaklaşıyor.
Artık şu soruyu sormanın zamanı:
“Bu devasa küresel dönüşümde, biz nerede konumlanmak istiyoruz?”
Çin’i anlamak için tarihini yürümek, mutfağını koklamak, dilini dinlemek ve bazen sessizliğinde kaybolmak gerekir.
Genç diplomatlara, yatırımcılara, girişimcilere önerim şu:
Pekin’e gidin.
Yasak Şehir’de tarihin yükünü, Sanlitun’da dünyayla kurulan ritmi, 798’de ise geleceğin titreşimini hissedin.
Çünkü Çin bir model değil, bir zihinsel haldir.
Ezberlenmez; ancak sezgiyle içselleştirilir.
Sessizliği stratejiye, sabrı güce dönüştüren bir başlangıç oldu.
Türkiye için de Pekin artık sadece Uzak Doğu’nun bir başkenti değil, geleceğin kritik merkezlerinden biridir.
Bu yüzden, Çin’e sadece bir pazar gibi değil, derinlikli bir ortak gibi yaklaşmalıyız.
Ve bunu da Çin’in bize öğrettiği gibi yapmalıyız: Sabırla, öngörüyle, samimiyetle ve derin bir stratejik sezgiyle.
Benim için Pekin, ilk diplomatik görev yerim olmanın çok ötesinde; dünyaya bakışımı, kendimi tanıma biçimimi ve insanlarla kurduğum ilişkiyi temelden dönüştüren bir eşikti.
1989 yılının puslu bir Mayıs sabahında, Tiananmen henüz sessizken, çiçeği burnunda genç bir diplomat olarak adım attım bu gri şehre. Gökyüzü kadar sokaklar, sokaklar kadar yüzler de griydi. Ama işte tam da o gri fonun içinde, kendi renklerimi, kendi sesimi bulmaya başladım. Hayata bakışımı değiştirdi bu kent.
Sanlitun’un yasemin kokusu ve Çin’in sessizliği
Pekin’deki büyükelçiliğimizin bulunduğu Sanlitun semti, yasemin kokulu sokakları ve sakin ritmiyle benim ilk diplomasi okulum oldu. Komşu elçiliklerdeki Pakistanlı, İsviçreli, İranlı ve Japon diplomatların disiplinli çalışmaları arasında, Çin’in suskun anlatımını çözmeyi öğreniyordum. Mandarin dilinin her yeni karakteri, yalnızca bir kelime değil, yeni bir düşünce tarzıydı. Süratle öğrenmeye çalıştım.Resmi raporlarımı China Daily, Xinhua ya da Renmin Ribao üzerinden değil, diplomatik camla ve Çinlilerle doğrudan temasla, bazen de Hong Kong merkezli South China Morning Post gibi muhalif kaynaklardan elde ettiğim ipuçlarıyla hazırlardım. Çünkü Çin’de esas bilgi, çoğu zaman söylenmeyende gizliydi. Çince bilmenin avantajları saymakla bitmez.
Bugün diplomatik masalarda duyduğum her cümle, bana Pekin’de öğrendiğim o ilk dersi yeniden hatırlatır: “Dinle. Ama söylenmeyeni duymaya çalış.”
Doğu’dan Batı’ya: Brugge aynasında Pekin
1991’de, Dışişleri’ndeki değerli büyüğüm rahmetli Tugay Özçeri’nin yönlendirmesiyle Brugge’daki College d’Europe’a, ardından da Paris’teki OECD Daimi Temsilciliği’ne geçtim. Çin’in sabırla yoğrulmuş derinliğini, Avrupa’nın eleştirel aklıyla harmanlayarak içselleştirdim.Sonraki yıllarda IEA’de enerji diplomasisi, OECD’de yatırım politikaları, British Gas’ta ticari strateji, Invensys ve Global Resources’ta küresel yatırımlar, London Energy Club’da ise jeopolitik diyaloglar kurarken hep yanımda taşıdım Pekin’in dinginliğini ve sezgisini.
Gri Pekin’den neon Pekin’e
O yıllarda bisiklet deniziyle tanınan Pekin, bugün Tesla’ların sokaklarda süzüldüğü, yeşil gökdelenlerin gökyüzünü süslediği dev bir teknoloji ve ekonomi merkezine dönüştü.Ve rakamlar bu dönüşümü gözler önüne seriyor:
• Pekin’in gayrisafi yurtiçi hasılası 18 trilyon doları aştı.
• Kişi başı gelir, Çin ortalamasının üç katına ulaştı.
• Şehirde 98 adet Fortune Global 500 şirketi faaliyet gösteriyor.
• Metro ağı 800 kilometreyi geçti.
Ancak mesele sadece büyüme değil. Pekin artık bir zihinsel metropol.
798 Sanat Bölgesi’nde kodlama yapan gençler, felsefe tartışan tasarımcılar, geleneksel Çin mürekkep sanatıyla NFT’yi buluşturan sanatçılar…
Pekin artık hem üreten, hem düşünen, hem de anlatan bir şehir.
Sofrada strateji: Çin mutfağıyla kurulan ilişkiler
İlk Pekin ördeğimi Quanjude’de tattığımda bunun sadece bir yemek değil, bir diplomatik seremoni olduğunu fark ettim.Çin mutfağında her yemek, bir mesajdır.
Kung Pao tavuğun acısı, diplomatik satır aralarını yakar.
Mapo tofu, Sichuan biberiyle sizi sabra davet eder.
Din Tai Fung’daki bir mantının incecik katları, Çin siyaseti kadar karmaşıktır.
Haidilao’daki hot pot, ittifakların kaynamadan önce sabırla harmanlanması gerektiğini öğretir.
Toptan sanattan moleküler anlama
Eski tank fabrikalarında bugün dijital sanat galerileri yükseliyor. Çin’in sert gücü burada yumuşak bir dokunuşa dönüşüyor.Çin artık yalnızca üreten değil; anlam inşa eden bir medeniyet.
Türkiye–Çin ilişkileri: Uzak mı, geç mi kalıyoruz?
2025 itibarıyla Türkiye ile Çin arasındaki ticaret hacmi 48 milyar dolara ulaştı. Ancak Türkiye’nin Çin’e verdiği dış ticaret açığı 25 milyar dolar civarında.Çin’in Türkiye’deki doğrudan yatırımı yalnızca 3,2 milyar dolar.
Kültürel etkileşim yüzeysel.
Teknoloji iş birliği sembolik.
Uygur Türkleri meselesi ise Pekin’de soru işaretleri doğuruyor.
Yani Çin, Türkiye’yi bir pazar olarak görüyor; ama henüz stratejik ortak olarak görmüyor. Ne ekonomik, ne siyasi, ne de jeopolitik denklemde.
Peki Türkiye ne yapmalı?
Çin, gürültülü değil, sabırlı ve güvenilir aktörleri sever.Agresif değil, dikkatli ve tutarlı olanlara alan açar.
Türkiye ise hâlâ Çin’e ya kuşkuyla ya da duygusal iniş çıkışlarla yaklaşıyor.
Artık şu soruyu sormanın zamanı:
“Bu devasa küresel dönüşümde, biz nerede konumlanmak istiyoruz?”
Çin, ezberle anlaşılmaz
Çin üzerine ne kadar yazarsanız yazın, eksik kalır.Çin’i anlamak için tarihini yürümek, mutfağını koklamak, dilini dinlemek ve bazen sessizliğinde kaybolmak gerekir.
Genç diplomatlara, yatırımcılara, girişimcilere önerim şu:
Pekin’e gidin.
Yasak Şehir’de tarihin yükünü, Sanlitun’da dünyayla kurulan ritmi, 798’de ise geleceğin titreşimini hissedin.
Çünkü Çin bir model değil, bir zihinsel haldir.
Ezberlenmez; ancak sezgiyle içselleştirilir.
Benim Pekin’im, Türkiye’nin ufku
Pekin benim için yalnızca ilk görev yerim değil.Sessizliği stratejiye, sabrı güce dönüştüren bir başlangıç oldu.
Türkiye için de Pekin artık sadece Uzak Doğu’nun bir başkenti değil, geleceğin kritik merkezlerinden biridir.
Bu yüzden, Çin’e sadece bir pazar gibi değil, derinlikli bir ortak gibi yaklaşmalıyız.
Ve bunu da Çin’in bize öğrettiği gibi yapmalıyız: Sabırla, öngörüyle, samimiyetle ve derin bir stratejik sezgiyle.