Mutluluk fukarası biz gazeteciler
Geçtiğimiz yılın sonlarında Kanada’nın en büyük gazetelerinden “The Globe and Mail”, dünya tarihinin ilk “Mutluluk Muhabiri”ni işe aldı: Erin Anderssen bir süredir “Mutluluk öğrenilebilir mi?”, “Bilim insanları sürdürülebilir mutluluk şifrelerini arıyor”, “Azalan yeşil alanlarımızdan bile mutlu olabilir miyiz?” türünde içerikler hazırlıyor. Anderssen’in son projesi ise ülkenin Mutluluk Endeksi’ni çıkartmak: Kanadalılar tanıdıkları en mutlu insanları aday gösterecek, o bir yıl boyunca bu isimlere tek tek soracak mutluluğun formülü nedir diye…
Kanada mutluluk peşinde koşarken bizim medyamızın gündeminde neler vardı peki? Aynı dönemde -yani 2024 sonu itibarıyla- tablo epey farklıydı: 57 gazeteci gözaltındaydı, 10’u tutuklanmıştı, 30’u hakkında “kamu görevlisine hakaret ve/veya şiddeti teşvik etmek”, “yanıltıcı bilgi yaymak” ve “terörü teşvik”ten davalar sürüyordu.
2025’e girdiğimizde de durum değişmedi. 25 yeni tutuklama geldi. İkinci üç ayda ise ‘pastanın tepesindeki eksik çilek’ yerine oturtuldu: Türk medyasının en etkin ismi, tek kişilik dev orkestrası Fatih Altaylı, yurt dışından gelecek kızına (özlemiştir diye) sarma pişirirken evinden yedi polisle gözaltına alındı. Hiç vakit kaybedilmedi, ertesi gün mahkemeye çıkarılıp alt limiti beş yıl olacak şekilde zorlama bir iddiayla Silivri’ye gönderildi. Şaşırdık mı? Ne münasebet, bekliyorduk -ne de olsa biz Türk gazeteciler mutluluktan falan hiç anlamıyoruz.
Şık gözüküyoruz dünyanın her yerinden. Reuters Enstitüsü Dijital Haber Raporu 2025’te Türkiye için “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde görülmeyi bekleyen 21 bin 600 dosyayla” rekorun bizde olduğu yazıyor. İnsan hakları kuruluşu Freedom House’a göre de “özgürlüklerdeki en keskin düşüşü yaşayan ilk 10 ülke arasında” sağlam bir yerimiz var. Bense 20 yıldır Türkiye’de yayımlanan Forbes markasının global merkezine; neden ve nasıl olup da milyonun üzerinde takipçisi olan, bağımsız, etkin, tecrübeli bir gazeteci ve Forbes yazarı Fatih Altaylı’nın tutuklu olduğunu açıklamaya çalışıyorum.
Üstelik de son 10 yılda Rusya’da ve son başkanlık seçim döneminde ABD’de olanlar, Donald Trump - Elon Musk ikilisinin medya ve seçmen üzerindeki baskı – manipülasyon– güdümüne şahit olup habercilik yapmış bir ekibe bile açıklaması zor bir durum. Uçamayan bir kuş gibi hissettiğim anlar çoğunlukta. Neyse ki imdadıma uluslararası kuruluşların raporları, ölçümleri, analizleri yetişiyor.
Kabul etmek lazım ki geçen yıl gazetecilik ve habercilik açısından tüm dünyada oldukça zorlayıcı oldu. Değişim ve gelenek arasında güçlü savaşların cereyan ettiği “Seçimlerin Süper Yılı” olarak tanımlanan bir süreçten geçtik. Neyse ki eskiden yalnızca Orta/Uzak Doğu’ya ve Afrika kıtasındaki bol yolsuzluklu ülkelere atfedilen ‘karmaşık’ politik süreçler artık batıya da sirayet etti de durumumuz biraz daha ‘anlatılabilir’ hale geldi.
Donald Trump’ın ikinci kez ABD başkanlığına adaylığı sonrası yaşanan süreç, siyaset ve medya tarihi açısından önemli bir dönüm noktasıydı. TV, gazete ve dergiler gibi basılı medya, haber web siteleri gibi “geleneksel medya”nın hızla düşüşü karşısında Instagram, YouTube, X, TikTok başta sosyal medya ve video platformlarının yükselişinin devam etmesi yalnız siyaset, medya sahnesini değil toplumları, özgürlükleri, iletişime dair haklarımızı da kökten değiştiren bir dönem oldu.
Artık batılı meslektaşlar da gördüler ki siyasetin aktörleri medyaya canının çektiğini, uygun gördüğü fütursuzca yapabiliyor bazen. Bu noktada iki önemli trendle karşılaşıyoruz: YouTube, TikTok, Podcast’ler gibi yeni dijital platformların geleneksel medyanın tahtını uçurumdan aşağı ittiği gerçeği… Bu gerçeğin bir sonucu olarak da bu mecralara içerik üretiminin giderek bireyselleşmesinin (ve güvenilir medya markalarının sahip olduğu doğrulama/habercilik etiği gibi kavramlardan uzak iş yapış biçimlerinin) sonucu olarak ortaya çıkan güvenilmez, manipülatif, siyaset - para - teknoloji üçlemesiyle kolayca kontrol altına alınabilen bir medya ortamının iyice hayatlarımızın içine yerleşmesi…
Tam da bu noktada omurgalı, etik habercilik anlayışına sahip, güvenilir, hesap verebilir gazetecilik ve haber yorumculuğu büyük önem kazanıyor. Burada da iki ana grup çıkıyor karşımıza: 1. Gücünü; gazeteciliğinin şeffaflığından, tarafsızlığından, hesap verebilirliğinden, içeriğinin derinliğinden alan Forbes gibi güçlü medya markaları. 2. Haber üreten ya da üreyen haberleri yorumlayarak yeni medya mecralarında prestij ve etki gücü kazanan Altaylı gibi gazeteciler. Bu iki grup yeni dönemin yıldızları ve etraflarına kaç kişiyi topladıklarından çok, bu grubun eğitim düzeyi, ekonomik etkisi, karar vericilik potansiyeli gibi ormanda kaç kaplan gücünde olduğuna göre değerlendirilmeli.
Fatih Altaylı’nın bir süre hapiste kalacağını kestirmek zor değil. Kendisini şahsen çok seven bir insan olarak bu benim kalbimi çok kırsa da net biliyorum ki bu tuhaf müsamereyi örgütleyenler ve destekleyenler, kısa zamanda önemli bir yol ayrımına gelecekler: Giderek büyüyen bir uluslararası sahiplenmeye ek olarak boş koltuğuna bile sahip çıkarak kendi haber alma özgürlüklerine el uzatılmasından hoşlanmayan Türk insanının dinmeyen desteği karşısında ne yapacaklarına karar vermeleri gerekecek. Gazetecilik suç değildir ve Fatih Altaylı hem Türk okuyucusunun/izleyicisinin göz bebeği hem de Forbes gibi bir dünya markasının kıymetli yazarıdır. Yani yalnız değildir, yalnız da kalmayacaktır.
"Dergi" Kategorisinden Daha Fazla İçerik
-
-
-
-
-
-
Orzaks takviye pazarında ithal markalara kendi cevabını veriyor
Nilgün Balcı Çavdar / Yazı İşleri Müdürü