İran’ın nükleer programı neden bu kadar önemli?
Büyük petrol rezervlerine sahip bir ülke neden kendi ev yapımı sivil nükleer enerjiye bu kadar ihtiyaç duyar? 1978 yılının ekim ayında, İngiltere destekli İran şahına karşı muhalefetin iki lideri, Neauphle-le-Château'nun Paris banliyösünde İran devriminin son aşamalarını planlamak üzere bir araya geldi. 46 yıl süren, çoğunlukla sert ve dramatik bir devrim şimdi sona ermek üzere olabilir.
İki adamın ortak çok az yanı vardı; sadece milliyetleri, yaşları ve şahı iktidardan uzaklaştırma kararlılıkları. Seküler liberal Ulusal Cephe lideri Karim Sanjabi, Sorbonne’da hukuk profesörüydü. Ayetullah Ruhullah Humeyni, 1960'lardan beri İran monarşisine önde gelen Şii muhalifiydi. İkisi de o zamanlar 70’lerindeydi.
Sanjabi, ikilinin yöneteceği gelecek devrimin amaçlarını içeren taslak deklarasyonla Paris’e gelmişti. Belge, devrimin iki ilkeye dayanacağını belirtiyordu: Demokratik ve İslami olması. Ancak Sanjabi tarihçilere daha sonra verdiği bilgide, Humeyni’nin toplantıda kendi el yazısıyla deklarasyona üçüncü bir ilke daha eklediğini anlattı: Bağımsızlık.
Bu üçüncü ilke, yani bağımsızlığın önceliği, İran’ın sömürge güçleri tarafından sömürülme tarihinden doğdu ve İran ile ABD arasındaki mevcut anlaşmazlıkta aksi halde gizemli görülebilecek hususları açıklıyor: İran’ın uranyumu zenginleştirme hakkına katı şekilde sahip olması gerektiği ısrarı. Bu yüzyılın başından beri İran ile Batı arasında Tahran’ın nükleer programı konusunda süregelen görüşmelerdeki temel engeldi ve ABD'de Obama yönetimi döneminde 2015’te imzalanan Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA) ile İran lehine çözülen iki yıllık tartışmaların da en önemli konusuydu. Bu İran’ın şu anda İsrail tarafından, hafta sonunda da ABD tarafından bombalanmasının sebebi.
Nükleer bomba yapmak istiyor mu?
Ancak birçok Amerikalı gözlemci için, uranyumu ithal etmek yerine (örneğin Rusya’dan) zenginleştirmeye bu kadar takıntılı olmak, İran’ın gizlice nükleer bomba yapmak istediği kabul edilmedikçe açıklanamaz. Üst liderin İslam dışı nükleer silahlara karşı iki kez çıkardığı fetvası, ABD açısından sadece bir örtbas olarak görülüyor.
Geçen hafta sosyal medyada ABD Başkan Yardımcısı JD Vance bu görüşü büyük oranda benimsedi. Vance, "Sivil nükleer enerji istemek bir şeydir. Gelişmiş zenginleştirme kapasitesi talep etmek başka bir şey. Ve temel nükleer yayılma yükümlülüklerini ihlal ederken, zenginleştirmeye devam edip silah sınıfı uranyuma kadar yükselmek bambaşka bir şeydir" ifadelerini kullandı.
Sivil nükleer enerji üretimi için uranyum zenginleştirme ile nükleer bomba yapımı için zenginleştirme süreçleri temelde aynı. Genel kabul, sivil nükleer enerji için yüzde 3,67 zenginleştirilmiş uranyumun yeterli olduğu, nükleer silah için ise yüzde 90 saflık gerektiğidir. İran’daki gibi yüzde 60 saflık seviyesine ulaşınca yüzde 90’a ilerlemek uzun sürmez.
İran ise bu yüksek saflık seviyesine çıkmasının gizli bir nedeni olmadığını iddia ediyor. Bu 2018’de ABD’nin tek taraflı olarak JCPOA’dan çekilmesine ve İran’ın müzakere ettiği yaptırım hafifletmesinden mahrum kalmasına yanıt olarak aşamalı bir yükseltme stratejisinin açıkça sinyaliydi. Ayrıca Trump, ikincil yaptırımlar uygulayarak Avrupa’nın İran ile ticaret yapmasını imkansız hale getirdi, bu da JCPOA’nın öngördüğü ikinci faydayı ortadan kaldırdı.
Son on yılda İran’ın siyaseti, kendini haksızlığa uğramış taraf olarak görme ve ABD’yi temelde güvenilmez bir ortak olarak kabul etme algısıyla şekillendi.
İran'ın eski Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Dışişleri Bakanı Cevad Zarif gibi merkezci figürler Batı ile bir anlaşma yapmak için büyük siyasi sermaye harcadılar ancak Batı hemen bu anlaşmadan geri döndü. Öte yandan, nükleer silahların yayılmasını önleme anlaşmasına taraf olmayan, tamamen denetlenmeyen ve beyan edilmemiş nükleer silaha sahip İsrail, Batı’dan destek ve yardımlar almaya devam ediyor.
Büyük petrol rezervlerine sahip bir ülke neden kendi sivil nükleer enerjisini üretmekte bu kadar ısrar ediyor? Vali Nasr’ın İran’ın Büyük Stratejisi adlı ikna edici yeni çalışması, bu sorunun cevabını İran’ın sömürgeci sömürülmesine ve bağımsızlık arayışına dayandırıyor.
Nasr, “Devrimin kendisinden, rehin krizi veya ABD yaptırımlarından, İran-Irak savaşından ya da devrimi ihraç etme çabalarından ve İran’ın Batı ile çatışmalarının karanlık mirasından önce, geleceğin dini rehberi ve lideri, İran’da İslam’ın devlet içinde yerleşik ilkeleri kadar yabancı etkilerden bağımsızlığı da değerli görüyordu" ifadelerini kullanıyor. Bir keresinde Khamenei’ye devrimin faydası sorulduğunda, “Artık tüm kararlar Tahran’da alınıyor” diye yanıt vermişti.
Egemenlik arayışının, İran’ın karanlık tarihinden kaynaklandığını belirtiyor. 19. yüzyılda İran, İngiliz ve Rus imparatorlukları arasında sıkıştı. 20. yüzyılda petrol kaynakları İngiliz petrol şirketleri tarafından sömürüldü. İki kez (1941 ve 1953’te) liderleri İngilizler ve Amerikalılar tarafından görevden alındı. Popüler başbakan Muhammed Musaddık, petrol kaynaklarının kontrolünü talep ettiği için 1953’te CIA destekli bir darbe ile devrildi. Modern İran tarihinde Musaddık’ın devrilmesi kadar derin yaralar açan başka bir olay yoktur. Humeyni için bu, İran’ın kaderini ve enerji kaynaklarını hala kontrol etmediğinin kanıtıydı.
Barış için atom programı
Sivil nükleer enerji ve zenginleştirme hakkı devrim sonrası bağımsızlık ve egemenliğin sembolü haline gelse de Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nden Ellie Geranmayeh’nin belirttiği gibi nükleer enerjiyi İran’a “barış için atom” programı kapsamında İngilizler ve Amerikalılar getirmişti.
İran şahı, ABD onayı ile, 3 sivil nükleer santral inşa etme planına başladı; bu sayede İran elektrik ihracatı yapabilecek ve modern bir devlet statüsüne ulaşacaktı. İngiliz tarihçi Michael Axworthy, “Petrol gelirlerini böyle kullanmak, sınırlı bir kaynağı sonsuz bir kaynağa yatırım yapmak için mantıklı görünüyordu” dedi.
Washington Post’a verdiği bir röportajda Henry Kissinger, ABD dışişleri bakanı olarak bu santrallerin inşasına karşı çıkmadığını itiraf etti. “Yayılma meselesinin gündeme geldiğini sanmıyorum” dedi. Siemens ve AEG’nin bir bölümü olan Alman Kraftwerk Union’un desteğiyle, liman kenti Buşehr’de iki nükleer reaktörün inşasına başlandı.
Şah, nükleer enerjinin çift kullanımını görüyordu ve Haziran 1974’te bir Amerikalı gazeteciye “İran, düşündüğünüzden daha kısa sürede nükleer silaha sahip olacak” demiş, ancak bunu hızla yalanlamıştı. ABD, şahın silah takıntısından endişelenmeye başladı ve İran’ın sivil programının nükleer silaha dönüşebileceğini düşündü.
1979 İran devriminden sonra, neredeyse tamamlanmış olan iki santral inşası durdu. Humeyni, nükleer enerjiyi Batı’nın ahlaksızlığının simgesi olarak görüyordu ve şişkin altyapı projelerinin İran’ı Batı’nın emperyalist teknolojisine daha bağımlı kılacağını savunuyordu. Program büyük oranda sona erdi, bazı nükleer bilim insanlarını hayal kırıklığına uğrattı.
Ama bir iki yıl içinde elektrik kesintileri ve nüfus artışı Tahran’daki elitleri gizlice programı yeniden başlatmaya zorladı. İran-Irak savaşında Irak’ın kimyasal silah kullanması, tamamlanmamış Buşehr nükleer santraline yönelik tekrar eden saldırıları uluslararası kınama için yalnız kalan Tahran’ın diplomatik izolasyonu ve şahın tamamlanmamış nükleer programı nedeniyle Avrupa şirketleriyle yapılan milyar dolarlık hukuk mücadeleleri birlikte bir nükleer milliyetçilik doğurdu. 1990’da İran Atom Enerjisi Kurumu, 2005 yılına kadar ülke enerjisinin yüzde 20’sinin nükleer elektrikten karşılanacağını ve gelecek on yılda, 10 güç reaktörü inşa edileceğini açıkladı.
1980-88 savaşında parlamento başkanı, ardından 1989-97 arası cumhurbaşkanı olan Haşemi Rafsancani, İran’ın nükleer bilim insanlarına ülkeye dönme ve programı geliştirme çağrıları yaptı. 1988’de “Eğer İran’a hizmet etmiyorsanız, kime hizmet edeceksiniz?” demişti. Böylece İran’ın nükleer programı Batı’nın modernizminin simgesinden vatansever gururun kaynağına dönüşmüştü.
2002 ortalarında, muhalif bir grubun, muhtemelen Mossad aracılığıyla, İran’ın İsfahan yakınlarındaki Natanz ve merkez İran’daki Kaşan’da uranyum zenginleştirme için tasarlanmış iki gizli nükleer tesisi olduğu sızdırıldı. İran, tesislerin faal olmadığını ve bu yüzden Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na (IAEA) bildirim zorunluluğu olmadığını söyledi. İran ayrıca Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nın (NPT) barışçıl amaçlar için nükleer program geliştirme hakkını tüm devletlerin “devredilmez hakkı” olarak tanımladığını ekledi. Uranyum zenginleştirme tek başına nükleer silah yapımına işaret etmez ancak eleştirmenler İran’ın işleyen bir nükleer reaktörü olmadan nükleer yakıt üretmesi gerektiğini açıklamanın zor olduğunu savundular.
O günden itibaren diplomatik süreç başladı ve çeşitli yoğunluklarda devam etti.
2003 Ekim’inde, büyük uluslararası baskı altında İran, Tahran deklarasyonu ile ek protokolü imzalamayı kabul etti; bu protokol IAEA’nın ani denetimler yapmasını sağlıyordu. 2004 Kasım’ında Paris anlaşması ile İran, E3’ten (Fransa, Almanya, İngiltere) konuyla ilgili uzun vadeli çözüm önerileri gelene kadar uranyum zenginleştirmeyi geçici olarak askıya aldı. Ancak E3, bu askıya almanın gönüllü bir güven artırma tedbiri olduğunu, yasal bir zorunluluk olmadığını kabul etti. 2005 Haziran’ında seçilen popülist cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ise daha iddialı oldu ve İran teknolojisinin ülke gençlerinin bilimsel başarısının barışçıl sonucu olduğunu savundu. “Enerji, tıp ve tarım amaçlı barışçıl nükleer teknolojiye ve bilimsel ilerlememize ihtiyacımız var,” dedi.
Müzakere için argümanlar yavaş yavaş arttı. ABD zenginleştirmenin sonlandırılmasını isterken, İran bunu yasal hakkı olarak savundu ve E3 arada kaldı. Brezilya ve Hindistan dahil pek çok uzlaşma önerisi gündeme geldi. Ancak o dönemde BM nükleer denetim ajansı başkanı Mohamed ElBaradei’nin görüşü Batı kamuoyunu şekillendirdi: Bana göre İran’ın nükleer programı bir amaç için araçtır: Bölgesel bir güç olarak tanınmak istiyorlar, nükleer bilgi onlara prestij ve güç getiriyor.
Ruhani Washington Post’taki bir makalede benzer bir noktaya değindi: Bizim için atom yakıt çevrimini kontrol etmek ve nükleer güç üretmek, enerji kaynaklarımızı çeşitlendirmek kadar, İranlıların bir millet olarak kimliği, onur ve saygı talebi ve dünyadaki yerimizle ilgili. İran’ın nükleer programının amacı güvenlik ve bağımsızlık ise ve başka kötü niyetler değilse, yönetim bunun için çok büyük ve muhtemelen kendini yok eden bir bedel ödedi.