'Hodri meydan' önce devletten gelmeli: Servet beyanı ve güvenin yeniden inşası
Bu yazı, hem bir çözüm çağrısıdır hem de bir bankanın eski genel müdürü dostum Cumhur Doğan gibi yıllardır “herkes servet beyanında bulunmalı” diyen dostlarımızın önerilerine yapıcı bir zemin sunma gayretidir. Çünkü bu konu halledilmeden 2030 vizyonu yalnızca kağıt üstünde kalır. Ama bu eşik aşıldığında, Türkiye’nin yeni medeniyet yürüyüşünün temelleri atılır.
Servet beyanı mı? Güven beyanı mı?
Doğrudur; Türkiye’de kayıtdışı servet, dövize ve altına gömülmüş, üretimden uzak, sisteme dahil olmadan yaşayan devasa bir potansiyel. Bu potansiyelin ekonomiye kazandırılması; finansmana erişimi genişletir, vergi tabanını büyütür, dolaylı vergilere mahkûmiyeti azaltır. Üstelik servet üzerinden alınan adil vergiler, kamu hizmetlerini finanse ederken gelir eşitsizliğini de törpüleyebilir.
Ama burada hayati bir fark var: Servet beyanı, güven olmadan hiç kolay değil. Eğer devletin vatandaşına söylediği şey şuysa: “Sen neyin var neyin yok ve nerede saklıyorsan söyle, ben seni vergilendireyim, denetleyeyim…”
O zaman vatandaş da haklı olarak şunu sorar: “Peki sen? Sen kendini ne kadar denetlettiriyorsun? Harcamaların ne kadar şeffaf? Kamunlaynaklarını neden çarçur ediyorsun? İhaleleri kime ve nasıl veriyorsun? Vergiyi kimden ne kadar topluyorsun, ne için harcıyorsun?”
Devlet bu sorulara içtenlikle ve şeffaf şekilde cevap vermeden, hiçbir reform gerçek anlamda başlamaz.
Dönüşümün ön koşulu: Devletin şeffaflığı
O yüzden, diyorum ki, Türkiye’nin gerçek bir toplumsal sözleşmeye ihtiyacı var. Yani devletin ve yurttaşın karşılıklı taahhütlerde bulunduğu, güvene dayalı ve ayağı yere basan bir yeni mutabakat. Bu sözleşmenin ilk satırı da şu olmalı: “Devlet, önce kendisini beyan eder.”
• Topladığı vergilerin nereye harcandığını açıklamalı,
• Yargı sisteminin bağımsızlığını teminat altına almalı,
• Kamu ihalelerini şeffaflaştırmalı,
• Vergi denetimini bir siyasi baskı aracı değil, adalet mekanizması olarak kullanmalı,
• Liyakati, israfı engelleyen bir kamu yönetimiyle birlikte işler kılmalı.
Ancak bu taahhütlerle yurttaş da devlete güven duyar ve elini taşın altına koyar. Koymazda da devlet o zaman hukuk içinde gerekeni yapar, kimse de bir şey diyemez.
Kuralsızlığın değil, kurala güvenin ekonomisi
Bugün Türkiye’de:
• Enflasyon yükseliyor, gayri resmi ekonomi de öyle,
• Gelir adaletsizliği derinleşiyor, yoksul-zengin uçurumu her geçen gün daha da genişliyor, rusvet ve yolsuzluk parti farketmeksizin her kademede “yeni normal” sayılıyor,
• Sermaye kaçışı gündemde, yabancı sermaye girişinden fazla yerel sermaye çıkışı var,
• Güven endeksi diplerde.
Böyle bir ortamda yeterince hazırlık yapılmadan atılacak “servet beyanı” adımı, iyi niyetli dahi olsa tedirginlik yaratır. Mevcut koşullar altında kesinlikle mümkün değil. Nitekim, Ahmet Davutoğlu başbakanlığı döneminde bu yönde küçük bir adım atmaya kalkıştı ve koltuğundan oldu.
Oysa güven inşa edilirse:
• Yastık altı döviz ve altın finansal sisteme döner,
• Kayıtdışılık azalır, kara para dolaşımı durur,
• Vergi adaleti sağlanır,
• Üretim ve tasarruf teşvik edilir,
• Kamu finansmanı daha sağlıklı bir zemine oturur.
Kısacası, hep savunageldiğim 2030 vizyonunun omurgası olacak “adil refah devleti” için gerekli finansal kaynak da, toplumsal meşruiyet de o sayede sağlanmış olur.
Reformun temeli: Yeni bir toplum sözleşmesi
Türkiye’nin ihtiyacı olan yalnızca teknik bir vergi reformu değil. Öyle görenler büyük resmi kaçırıyor bence. Bu bir ahlaki, sosyolojik ve politik reform aynı zamanda.
Ve bu reform, ancak şu çerçevede etkinlikle ve rızaya dayalı işler:
• Devlet şeffaftır, hesap verir.
• Yurttaş sorumluluk sahibidir, katkı sunar.
• Hukuk herkes için işler.
• Kurallar eşit uygulanır.
• Sadakat değil, liyakat ödüllendirilir.
Devletin yükümlülüklerini açıkça ortaya koyduğu, yurttaşın da bu çağrıya aynı olgunlukla karşılık verdiği bir sistemde, servet beyanı bir korku değil; bir dayanışma çağrısıdır.
Hodri meydan demek, önce kendine dönüp bakmayı gerektirir
Devletin açık yüreklilikle “hodri meydan” demesi, halkına meydan okumak değil; önce kendisine meydan okumasıdır. “Ben şeffafım, ben adilim, ben hesap verebilirim” diyebilen bir devlet, yurttaşından sorumluluk talep etme hakkına sahiptir. Sorumlılıktan kaçanları da yakalama, cezalandırma.
Cumhur Doğan’ın ve birçok aklı başında insanın yıllardır savunduğu servet beyanı fikri, işte bu bağlamda değerli ve anlamlıdır. Ama bu adımın hayata geçebilmesi için önce karşılıklı güvenin yeniden inşa edilmesi gerekir. Aksi halde bu tür öneriler, en iyi ihtimalle iyi niyetli, kubbede hoş seda ama etkisiz kalır, en kötü ihtimalle ise korku ve güvensizlik ortamını derinleştirir. Sonuç da yaratmayacak böyle bir korku atmosferi bizi ne yazık ki daha da aşağıya çeker.
Sonuç: 2030’a giden yol, şeffaflık ve ortak akılla döşenir
2030 vizyonu sadece büyüme rakamlarıyla değil, kurumsal ve toplumsal güvenle ölçülür. Eğer bu ülke yeniden üretim ve inovasyon ekonomisine geçecekse, dünya liginde üst kümeye çıkacaksa, yolsuzlukla mücadelede mesafe kat edecekse, kamu kaynaklarını heba etmeyecek ve adil dağıtacaksa bunun yolu servet beyanı gibi cesur adımlardan geçer.
Ama önce devletin aynaya bakması gerekiyor. İşte o gün geldiğinde, ne Cumhur Doğan yalnız kalır ne de Türkiye bu vizyonu bir ütopya olarak görür. Gerçek dönüşüm ve ilerleme, ancak bu eşikte başlar.
Peki, iyimser miyim?
Tabii ki on yıllarca yapıl(a)mamış bir şeyin bir gecede karar verilip icraya dökülmesi gerçekçi değil. Özellikle mevcut konjonktürde. Ama birilerinin de temcit pilavı gibi bu talebi sürekli dile getirmesi gerekiyor ki toplumsal ve ekonomik bilinç artsın ve siyası baskıya dönüşsün, iktidara aday olanların programlarına girsin. Yoksa şikayet etmenin, dövünmenln kimseye faydası yok.
Naçizane, ben de bu görevi üstleniyorum. Çünkü güvenin olmadığı yerde reformun sözde kalacağına inanıyorum. Ve de aramızdaki sözleşme bu doğrultuda yenilenmedikçe devlet, ortak değil; sadece denetleyici olur.
"Dünya" Kategorisinden Daha Fazla İçerik
Yazarlar
Çok Okunanlar
-
forbes.com.tr
Dünyanın en zengin 10 insanı (Ocak 2025)
-
-
-
-
forbes.com.tr
En zengin Türklerin sıralaması nasıl değişti?