2035’in stratejik su savaşları: Nasıl hazırlanalım?
Bir şeye sahipken kıymetini ne yazık ki pek bilmiyoruz; tokluğun kıymeti açken, sağlığın değeri hastayken anlaşılıyor.
Su da öyle. Bugün birçok ülkede musluğu açtığımızda hâlâ su akıyor, ama bu konforu hızla kaybediyoruz. İklim değişikliği ve kuraklık su kıtlığını daha da tetikliyor. Uzağı görenler şimdiden sulak bölgelere göçmeye başladı; bu dalga 2035’e geldiğimizde çok daha belirgin olacak. Sizler de bugünden hazırlansanız iyi olacak.
Dünya yüzeyinin üçte ikisi suyla kaplı. Ancak bu suyun yalnızca yüzde 2,5’i tatlı su ve bunun da büyük kısmı buzulların içinde kilitli. İnsanlığın erişebildiği tatlı su miktarı toplamın yalnızca yüzde 1’i civarında. Birleşmiş Milletler’e göre kişi başına düşen yıllık su miktarı bin 700 metreküpün altına inerse “su stresi”, bin metreküpün altına inerse “su kıtlığı” yaşanıyor.
Bugün Kanada’da kişi başına 80 bin metreküp su düşerken, İsrail’de bu rakam 250 metreküp. Türkiye’de ise 1960’larda 4 4 bin metreküp olan yıllık kişi başı su miktarı, 2025 itibarıyla bin 300 metreküpee geriledi. Böyle giderse daha da gerileyecek. Yani Türkiye hızla “su fakiri ülke” sınıfına yaklaşıyor.
Belki farkında değiliz ve bol keseden komşulara su dağıtıyoruz ama içeride tablo alarm veriyor. Su kullanımında adil bir paylaşım da yok: kimileri bir bardak temiz su bulamazken, kimileri golf sahalarını suluyor.
Su savaşları ufukta mı?
Henüz su yüzünden doğrudan bir savaş çıkmadı. Ama su paylaşımı krizleri dünyanın dört bir yanında yaşanıyor. Kanada ile ABD, Büyük Göller ve sınır nehirleri üzerinde yıllardır kota, anlaşma ve denetimlerle ilerliyor; zaman zaman ciddi gerilimler yaşıyorlar.
Orta Doğu’da su daha da stratejik. İsrail’in 1967’den bu yana işgal altında tuttuğu Golan Tepeleri, yalnızca stratejik yüksekliği değil, aynı zamanda Ürdün Nehri’nin en önemli su kaynaklarını barındırdığı için hayati. Hindistan, Pakistan ve Bangladeş arasında Ganj ve Brahmaputra nehirleri üzerine yıllardır süren anlaşmazlıklar, Güney Asya’da suyun bir güvenlik meselesi haline geldiğini gösteriyor.
Türkiye’nin de kendi sınavları var. Fırat ve Dicle üzerinde Suriye ve Irak ile yaşanan anlaşmazlıklar, su diplomasisini sürekli gündemde tutuyor. Meriç, Aras gibi sınır çizen nehirler de komşularla ilişkilerde zaman zaman sorunların kaynağı oluyor. Kısacası su, yalnızca doğanın değil, siyasetin ve diplomasinin de en kritik belirleyicilerinden biri.
İklim değişikliği ve kuraklık bu tabloyu daha da keskinleştiriyor. 2035’e kadar 5 milyardan fazla insanın “su kıtlığı riski” altında olacağı öngörülüyor. Ülkeleri daha da çölleşen birçok Arabın topluca Karadeniz bölgesinden ev almaları boşuna değil.
Enerji–tarım–iklim denkleminde su
Su, enerji ve gıda üretiminin kalbinde. Tarım, dünyadaki suyun yüzde 70’ini tüketiyor. Sanayi yüzde 20’sini, içme suyu ise sadece yüzde 10’unu. Buna rağmen Türkiye’de sulamanın yüzde 70’i hâlâ vahşi yöntemlerle yapılıyor; suyun yarısı toprağa gömülüp kaybediliyor.
Sanayide tablo daha da karışık. Tekstil, deri, kimya ve gıda sektörleri hem en çok suyu tüketiyor hem de en çok kirletenler. Türkiye’de organize sanayi bölgelerinde atık suyun geri dönüş oranı yüzde 10’un altında. Oysa gelişmiş ülkelerde bu oran yüzde 70’lere ulaşıyor.
Enerji de suya bağımlı. Barajlar hidroelektrik üretiminde, termik ve nükleer santraller soğutma için yoğun su kullanıyor. İklim değiştikçe sıcaklıklar artıyor, yağış azalıyor; enerji–su bağımlılığı daha da kırılgan hale geliyor.
Bodrum’dan bir alarm
Türkiye’nin su krizini anlamak için uzaklara gitmeye gerek yok. Bodrum çevresindeki termik santraller, soğutma için kullandıkları tonlarca suyu yer altı ve yüzey kaynaklarından çekiyor. Bu su aslında kent halkının içme ve tarımsal ihtiyaçları için ayrılması gereken kaynaklardan gidiyor.
Bir de kontrolsüz yapılaşma gerçeği var. Yaz aylarında nüfusu üç–dört katına çıkan Bodrum’da, otellerden lüks sitelere kadar betonlaşmanın su talebi, doğal kaynakların kaldırabileceği seviyeyi çoktan aştı. Yani Bodrum’da susuzluğun sebebi sadece iklim değişikliği değil; yanlış enerji tercihleri ve plansız kentleşme. Bugün Bodrum bir uyarıysa, yarın bütün Ege ve Akdeniz, hatta Türkiye için aynı tabloyu göreceğiz.
İş dünyası perspektifi: Suyun ekonomisi
Su artık yalnızca bir doğal kaynak değil, bir ekonomik varlık. İş dünyası için bu, risk ve fırsatlarıyla birlikte geliyor.
• Sanayi için risk: Tekstil, gıda, otomotiv ve kimya gibi sektörler doğrudan suya bağımlı. Susuzluk veya kirlenme üretim kayıpları, maliyet artışları ve ihracat pazarlarında rekabet kaybı demek. 2030’a kadar dünyada 120 milyar dolarlık üretim kaybının yalnızca “su kıtlığı” nedeniyle yaşanacağı öngörülüyor.
• Finans için risk: Yatırımcılar artık çevresel, sosyal ve yönetişim kriterleri içinde “su riskini” de değerlendiriyor. Su yönetiminde başarısız şirketlerin krediye erişimi, sigorta primleri ve yatırımcı ilgisi azalacak.
• Fırsatlar: Akıllı sulama teknolojileri, su arıtma ve geri dönüşüm sistemleri, su verimliliği çözümleri hızla büyüyen bir sektör haline geliyor. 2035’e kadar küresel “su teknolojileri pazarı”nın 1 trilyon dolar büyüklüğe ulaşması bekleniyor. Türk girişimciler ve sanayiciler için bu yeni bir ihracat ve inovasyon alanı olabilir.
Türkiye’nin su ayak izi en yüksek sektörleri
Türkiye’de suyun en büyük tüketicisi tarım sektörü. Toplam su kullanımının yaklaşık yüzde 70’i tarıma gidiyor. Ancak bu kullanımın önemli kısmı vahşi sulama yöntemleriyle yapılıyor ve ciddi verim kaybı yaşanıyor. Çözüm, damla ve yağmurlama sistemleriyle birlikte akıllı sulama teknolojilerinin ülke genelinde yaygınlaştırılması.
İkinci sırada sanayi sektörü var; toplam su tüketiminin yüzde 20’sini oluşturuyor. Tekstil, gıda ve kimya sanayileri en yoğun su kullanan ve aynı zamanda en çok kirleten alanlar. Buradaki temel ihtiyaç, atık suların arıtılması, geri dönüştürülmesi ve yeşil üretim teknolojilerinin teşvik edilmesidir.
Enerji sektörü ise toplam suyun yüzde 7–8’ini tüketiyor. Özellikle termik ve nükleer santrallerde soğutma amaçlı yoğun su kullanımı söz konusu. Bu tabloyu değiştirmek için yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişin hızlandırılması ve daha verimli soğutma teknolojilerinin kullanılması şart.
Son olarak kentsel kullanım, toplam suyun yaklaşık yüzde 10’unu kapsıyor. Ancak burada kayıp–kaçak oranı yüzde 40’lara kadar çıkıyor; altyapı yetersizlikleri suyun önemli kısmını boşa harcıyor. Çözüm ise akıllı şebekelerin kurulması, gri su geri dönüşüm sistemlerinin yaygınlaştırılması ve yağmur suyunun şehirlerde toplanıp yeniden kullanılmasıdır.
Su Kıtlığından En Çok Etkilenecek 5 Bölge
1. Orta Doğu ve Kuzey Afrika: Nüfus artışı ve iklim değişikliğiyle su fakirliğinin en yoğun yaşandığı bölge.
2. Güney Asya: Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’in paylaştığı Ganj–Brahmaputra havzası sürekli gerginlik kaynağı.
3. Afrika Boynuzu: Etiyopya, Somali, Kenya ve Sudan’da kuraklık milyonlarca insanı tehdit ediyor.
4. Çin’in kuzeyi: Sanayileşme ve çölleşme nedeniyle Pekin ve çevresi kritik eşikte.
5. Latin Amerika’nın And bölgesi: Buzulların erimesi ve Amazon havzasının bozulması su güvenliğini zayıflatıyor.
Suyun görünmeyen gücü
Petrol olmadan yaşayabiliriz. Madenleri tüketmeden de hayatımızı sürdürürüz. Gıdayı topraktan yeniden üretiriz. Ama su olmadan ne biz yaşayabiliriz ne de doğa var olabilir.
Ben bunun büyük gücüne bizzat tanıklık ettim. Gençliğimde tuttuğum bir oruçta, bir hafta boyunca hiçbir şey yemeden yalnızca su içerek bedenimi arındırdım. Hücrelerim yeniden canlandı, bedenim hafifledi, zihnim açıldı. Suyun yalnızca yaşam kaynağı değil, aynı zamanda bir şifa, yenilenme ve gençleşme kaynağı olduğunu o gün çok derinden hissettim. Yoksunluğun ortasında bile suyun varlığı insana güç veriyor.
Bugün dünyada bir bardak temiz suya ulaşamayan milyarlarca insanın olduğunu düşündüğümüzde, suyun bu kutsal değerini daha da iyi kavramamız gerekiyor. Suyun sadece stratejik değil, aynı zamanda ruhsal ve varoluşsal bir boyutu olduğunu hatırlamak şart.
Türkiye için 2035 su yol haritası
1. Kayıp–kaçakları azaltmak: Türkiye’de şehir şebekelerindeki kayıp–kaçak oranı yüzde 40’lara varıyor. 2030’a kadar yüzde 15’in altına çekilmeli.
2. Akıllı tarım sulaması: Vahşi sulama terk edilmeli; damla ve yağmurlama sistemleri ülke çapında zorunlu hale getirilmeli. Tek adımda yüzde 40 tasarruf sağlanabilir.
3. Sanayide geri kullanım: Organize sanayi bölgelerinde atık suların yüzde 70’inin geri kazanımı hedeflenmeli. Bugün bu oran yüzde 10’un altında.
4. Bölgesel su diplomasisi: Fırat–Dicle’de komşularla ortak yönetim mekanizmaları kurulmalı. Su, çatışma değil barış aracı olmalı.
5. Enerji ve kentleşmede denge: Termik santrallerin su tüketimi sınırlandırılmalı, plansız yapılaşma yerine suya duyarlı şehircilik politikaları uygulanmalı. Bodrum örneği bütün ülke için bir ders olmalı.
6. İş dünyasında su stratejisi: Şirketler için “su ayak izi” raporlaması zorunlu hale getirilmeli. Su verimliliği, rekabet gücü ve finansmana erişim için yeni bir ölçüt olacak.
Son söz
Su, 21. yüzyılın petrolünden bile değerli; çünkü alternatifi yok. Türkiye’nin önünde kritik bir eşik var: 2035’e giden yolda akıllı su yönetimini kurabilirse, gıda güvenliği, enerji arzı, sanayinin rekabet gücü ve bölgesel barışta elini güçlendirecek. Aksi halde, musluktan akan her damla, gelecekteki krizlerin habercisi olacak.