Ateş çemberindeki Türkiye: İçeride birlik olmazsa direnç de olmaz
Küresel enerji, güvenlik, ticaret ve demografi merkezlerinin bu bölgeye kaydığı bir dönemde, Türkiye’nin bu değişimde nasıl bir rol üstleneceği, içerideki duruşuyla doğrudan bağlantılı olacak. Bugün Türkiye, dışarıda yanmakta olan bir jeopolitik ateş çemberinin, içeride ise toplumsal kutuplaşma, kurumsal yıpranma ve ekonomik kırılganlık sarmalının ortasında duruyor. Böyle bir ortamda içeride birlik sağlanmadan dışarıda etkili olmak mümkün değil. Dış politikada prestij, içeride meşruiyetle başlar. Direnç, birlikten doğar.
Çevremiz alev alev: Türkiye’nin jeopolitik kapanı
Son on yılda Türkiye’nin çevresi istikrarlı bölge olmaktan çıkmış, çatışma alanlarına dönüşmüştür. Artık üç kıtanın kavşağında bulunmak, yalnızca fırsat değil, büyük bir risk de barındırıyor:
• Kuzeyde, Rusya-Ukrayna savaşı yalnızca bir bölgesel kriz değil, Karadeniz güvenliğini derinden sarsan bir jeopolitik kırılmadır. Türkiye, hem NATO üyesi hem de Rusya ile ekonomik ilişkileri olan bir ülke olarak bu çatışmanın tam merkezinde.
• Doğuda, Güney Kafkasya’da Azerbaycan-Ermenistan hattında yeniden ısınan gerilim, Türkiye’nin doğrudan angaje olduğu Türk Devletleri coğrafyasının güvenliğini tehdit ediyor.
• Güneyde, Gazze savaşı, Suriye’de donmuş iç savaşın çözülmemesi ve Lübnan’daki siyasi çöküş, Türkiye’nin sınır güvenliği ve göç politikası üzerinde yoğun baskı yaratıyor.
• İran’da, toplumsal huzursuzluk artıyor. Rejim içten içe çözülüyor. Eğer İran’da ani bir rejim değişimi yaşanırsa, Türkiye milyonlarca mülteci, istikrarsız sınırlar ve doğrudan etkilenebileceği bir enerji kriziyle yüzleşebilir.
Tüm bu gelişmeler, Türkiye’yi bir seçim noktasına getiriyor: Ya bu krizi fırsata çevirip bölgesel güç kimliğini tahkim edecek, ya da kendi içine kapanıp çöküşe sürüklenecek.
İçeride sessiz bir aşınma: Toplumsal dayanıklılık tehlikede
Ne yazık ki Türkiye, dışarıda bu kadar yoğun bir jeopolitik kuşatma altındayken içeride giderek derinleşen bir toplumsal aşınma yaşıyor. Birbirinden kopmuş, farklı hakikatlerde yaşayan, farklı televizyonlar izleyen, farklı adalet anlayışlarına sahip sosyal kümeler oluşmuş durumda.
Toplumda dinci-laik, Türk-Kürt, Alevi-Sünni, seküler-muhafazakâr, kentli-taşralı gibi fay hatları genişliyor. Her biri ayrı kutuplara savrulmuş durumda. Bu sosyolojik dağınıklık, kriz zamanlarında en büyük güvenlik zaafına dönüşür. Çünkü içeride toplumsal mutabakatı olmayan bir ülke, dışarıda hiçbir müttefikle kalıcı işbirliği kuramaz. Bu nedenle bugünkü asıl “beka” sorunumuz, askeri değil; siyasal akıl ve toplumsal bağların zayıflamasıdır.
Rejimler nasıl değişir: Gürültüsüz devrimlerin anatomisi
Rejim değişiklikleri sanıldığı gibi yalnızca darbeyle, devrimle, kanlı çatışmalarla olmaz. Asıl sarsıcı dönüşümler, sessiz ve sistematik biçimde gerçekleşir. İran buna iyi bir örnektir. Mollalar, yıllar boyunca adım adım toplumsal yaşamı, medyayı, eğitimi ve ekonomiyi dönüştürerek iktidarı devraldılar. Rejim, sandıktan değil, sabırdan çıktı.
Bugün aynı yöntem Hindistan’da Modi, Macaristan’da Orban, Rusya’da Putin, Çin’de Xi Jinping gibi liderlerce kullanılıyor: Demokratik araçlarla seçiliyor, ardından sistem yavaşça dönüştürülüyor. Türkiye de benzer bir patikada ilerliyor olabilir mi? Eğitim müfredatlarının ideolojikleşmesi, medyada tek sesliliğin artması, hukuk kurumlarının siyasal etkiden arındırılamaması, ifade özgürlüğünün daralması ve ekonomi politikalarının sadece belirli sınıflara çalışması… Bunlar birlikte ele alındığında, rejim değişiminin sessiz ayak sesleri olabilir.
Türkiye nereye gidiyor?
Bugün Türkiye’de herkes aynı ülkede yaşıyor gibi ama aynı gerçekliği paylaşmıyor. Ortak anayasa var ama farklı hukuk anlayışları. Ortak tarih var ama ayrışmış gelecek tahayyülleri. Bu durum sürdürülebilir değil. Sessizce değişen bu toplumsal atmosfer, alışkanlıkla kabul ediliyor. Suyu yavaş yavaş ısıtılan kurbağa misali, insanlar farkına varmadan başka bir düzene, başka bir zihniyete uyanıyor. Bu süreçte siyasi kutuplaşma, ekonomik sıkışma ve medya manipülasyonu, bu dönüşümü hızlandıran katalizörler haline geliyor. Farkında olmadan rejimin yapısal karakteri değişiyor.
Çözüm: Ortak akılda buluşmak
Bu noktada Türkiye’nin kurtuluş reçetesi; herkesin kendini içinde hissedeceği bir “ortak akıl ve kapsayıcı siyaset” modelidir.
Bunun için:
• Siyasi partiler rekabet ederken, rejim ortak paydasını ihmal etmemeli,
• Medya nefret üretmek yerine müzakereyi teşvik etmeli,
• Üniversiteler özgür düşüncenin yeniden üretildiği alanlara dönüşmeli,
• Ekonomi, eşitsizliği değil, sosyal adaleti merkeze almalı,
• Diyanet gibi kurumlar toplumu ayrıştıran değil, birleştiren bir role bürünmelidir.
Türkiye, 85 milyonun birlikte nefes aldığı, farklılıkları içinde barındıran ama bir ortak geleceğe inanan bir ülke olmayı yeniden başarmalıdır.
Son söz: Sessizliği fark edenler hayatta kalır
Bugün dünya, yeni bir düzene doğru evriliyor. Bu düzenin inşasında yer almak istiyorsak önce içeride birliği, hukuku, liyakati, özgürlüğü yeniden inşa etmeliyiz. Çünkü dışarıda prestij, içerideki dengeyle başlar. Dünya yeniden şekillenirken Türkiye’nin buna seyirci kalma lüksü yok. Bu düzenin inşasında yer almak istiyorsak önce içeride birliği, hukuku, liyakati, özgürlüğü yeniden inşa etmeliyiz.
Farklılıklarımızla birlikte ayakta durmayı öğrenemezsek, hiçbir dış güç bizi bir arada tutamaz. Tam aksine, ayrismayi daha da hızlandırir. Bugün sessizlik içinde değişen yaşam tarzlarına, hukuk normlarına, ifade özgürlüğüne karşı uyanmak zorundayız. Çünkü tarih, çoğu zaman sessizlik içinde yazılır. Ve bu sessizlikte sadece uyanık olanlar hayatta kalır.
"Dünya" Kategorisinden Daha Fazla İçerik
Yazarlar
Çok Okunanlar
-
forbes.com.tr
Dünyanın en zengin 10 insanı (Ocak 2025)
-
-
-
-
forbes.com.tr
En zengin Türklerin sıralaması nasıl değişti?