;
Arama

F1: Pistteki her milisaniye, liderlik ve yüksek performanslı organizasyonlar

Brad Pitt’in başrolündeki F1 filmi, sadece bir yarış hikâyesi değil; liderlik, takım kültürü ve küçük iyileştirmelerin büyük dönüşümler yaratma gücünü anlatan derin bir yolculuk. Sonny Hayes’in pistlere dönüşü, iş dünyasında da geçerli olan bir gerçeği hatırlatıyor: Şampiyonluklar büyük adımlarla değil, her gün yapılan yüzde 1’lik ilerlemelerle kazanılır.

12 Aralık 2025, 16:58

Hafta sonu Brad Pitt'in başrolünde oynadığı yeni F1 filmini izledim . Okuduğum yorumlara, duyduklarıma ve izleyenlerin anlattıklarına dayanarak, biraz fikir sahibi idim ve ne beklediğimi biliyordum. Çünkü F1 izleme deneyimim vardı. Yıllar önce Shell Türkiye’de yönetici olduğum dönemde Avrupa Başkanlık Ödülü kazanmıştım ve ödülüm Budapeşte’de VIP locasında F1 izlemekti. 20 yıl sonra aynı heyecanı ekran karşısında bir kez daha yaşadım.

Peki, ne bekliyordum? Güzel çekimler, güçlü bir hikâye, etkili bir kahraman, performans üzerinde yükselen bir senaryo.

2025 yapımı F1 filminin merkezinde, hız, zafer ya da adrenalinle sınırlı olmayan çok daha derin bir hikâye var. Brad Pitt’in hayat verdiği Sonny Hayes, 30 yıl sonra Formula 1’e geri dönüyor şöhret için değil, hesaplaşmak için değil, rekabet gücünü kaybetmiş bir takımı yeniden ayağa kaldırmak için.

Para, şöhret, röportajlar... hepsi gürültü. Araba kullanıyorum çünkü araba kullanmayı seviyorum." Sonny Hayes

Gerçek performansın anlamının çoktan yitirdiği bir çağdayız. İşinin ehli olmak çoktan sözlüklerden çıktı. Sadece nesli tükenmekte olan gürültüden uzak yaşamayı seven, anlamın peşinde yolculuğunu sürdürenler işte o hala yorulmadan, bıkmadan, usanmadan her gün küçük iyileştirmeler ile mükemmelin peşini bırakmayanlar.

Yaptığım tüm çalışmalarda odaklanmayı ve tutkuyu merkeze alıyorum. Odaklanmadığımız ve enerjimizi aktarmadığımız, heyecan ve tutku duymadığımız hiçbir çalışma verim getirmez. Basit aksiyonları drama haline getirmeden, her anın değerini öncelikle fark ederek ve öngörüyü bir yetkinlik olarak kabul ederek, geliştirerek…

Ekranda gördüğümüz şey yalnızca bir yarış draması değil; liderlik, takım kültürü ve organizasyonel dönüşüm dünyasını yansıtan bir ayna. Bir var oluş hikayesi. Sadece kazanmak değil zamanın içinde var olmak. Filmin tekrar eden mesajı her milisaniyenin önemli olduğu sadece tur zamanıyla ilgili değil. Bu tema, sürdürülebilir mükemmelliğin nasıl inşa edildiğine dair güçlü bir metafor: mikro iyileştirmeler, yorulmak bilmeyen bir odak ve disiplinli koordinasyon.

Filmi izlerken zihnimde yönetim biliminin en etkili yaklaşımlarından biri canlandı: Marjinal Kazanımlar Yasası.

Marjinal kazanımlar: Yüzde 1 iyileştirmeler olağanüstü sonuçlar yarattığında

David Brailsford İngiliz Ulusal Bisiklet takımının başına getirildiği dönemde İngiliz profesyonel bisikletçiler 100 yıla varan karanlık bir dönemden geçmekteydiler. 1908 yılından bu yana, İngiliz sporcular Olimpiyat Oyunlarında sadece bir altın madalya kazanmışlardı ve son 110 yıldır bisikletin en büyük yarışı Tour de France’da hiçbir İngiliz bisikletçinin birinciliği yoktu. Durum o kadar vahimdi ki, İngiliz bisiklet üreticileri markalarını kötü etkileyeceğini düşündükleri için İngiliz milli takımına bisiklet satmayı reddediyorlardı. David Brailsford’un seçilme nedeni onun “marjinal kazanımların toplamı” adını verdiği yönetim stratejisinin bisiklet federasyonu yöneticilerinin çok ilgisini çekmeseydi. Brailsford bisikletçilerin antrenman tekniklerinden, beslenme şekillerine, bisikletlerin bakım süreçlerinden, nakil yöntemlerine, spor kafilesinin nerelerde konakladığından, konaklama sırasında kullanılacak yastıklara kadar her küçük detayda yapılacak küçük iyileştirmelerin, sonunda büyük bir kümülatif faydaya dönüşeceğine inanıyordu.

Brailsford’un hayalleri ve stratejisi büyüktü. Dolayısıyla Brailsford %1’lik iyileştirmelerini gittikçe daha ilginç, kimsenin aklına gelmeyen alanlara yaymaya başladı.

Britanya Bisiklet Takımı’nın tarihi başarısının mimarı Dave Brailsford, mirasını son derece basit ama devrim niteliğinde bir inanca dayandırdı:

“Her şeyi parçalara ayır. Her bir parçayı %1 iyileştir. Sonra ortaya çıkan olağanüstü sonuçları izle.”

Bisikletçilerin uyku düzeninin iyileştirilmesi, kas toparlanmasının hızlandırılması, otel yastıklarının hijyeni, yeniden tasarlanan seleler, optimize edilen lastikler…
Tek başına önemsiz görünen bu dokunuşlar, bir araya geldiklerinde durdurulamaz bir başarıya dönüştü. 2007–2017 arasında İngiliz bisikletçiler 178 dünya şampiyonası ve 66 Olimpiyat veya Paralimpik altın madalya kazandılar ve bisiklet tarihinin en önemli yarışı olarak kabul edilen Tour de France’da da 5 zafer elde ettiler.

Ve F1 filmi aynı mantığı sahneye taşıyor.

Her pit stop, her lastik değişimi, her takım koordinasyonu, her stratejik karar tek başına dramatik bir sahne değil. Ama hepsi birlikte bir takımın kazanıp kazanmayacağını belirliyor. Film bize şu sessiz gerçeği hatırlatıyor:
Şampiyonluklar büyük hamlelerle kazanılmaz; binlerce küçük adımın toplamıyla kazanılır.

Sonny Hayes’in hikâyesi de bir geri dönüşten fazlasına dönüşüyor:
Mikroskobik ilerlemelerle kültürün nasıl yeniden inşa edileceğinin yaşayan bir örneği.

Başarı gökten düşen bir hediye değildir. Her gün yapılan küçük ama doğru seçimlerin toplamıdır.

Şirketimiz aslında pistimiz.

Yönetim; sunumlar, sloganlar veya zoraki motivasyon konuşmaları değildir.
Gerçek yönetim şirketleri dönüştüren her türlü detayda yaşar.

Ve marjinal kazanımların güzelliği tam da burada:
Mükemmelliğe ihtiyacın yok.
Sadece her gün küçük bir ilerlemeye ihtiyacın var.

Sonny Hayes’in pistlere dönüşü fiziksel olduğu kadar derinsel bir yolculuk. Onun asıl mücadelesi, yarım kalmış hesaplarla, pişmanlıklarla ve terk ettiği kimliğiyle yüzleşmek.

Organizasyonlar da benzer bir döngüden geçer.

Takımların geçmişleri vardır.
İnsanların dile getiremediği kırgınlıkları vardır.

Ekibe yeni katılanların geçmişlerinden yanlarında getirdikleri kökleşmiş alışkanlıkları, yerleşmiş alt kültürleri vardır.
Şirketlerin, onları rakiplerinden daha fazla yavaşlatan kültürel yaraları vardır.

Dönüşüm, bir takım tıpkı bir insan gibi içe bakma cesareti bulduğunda başlar.
F1 filmi şu derin gerçeği fısıldar:

Yeniden inşa büyük şeylerle başlamaz.
Görmezden geldiğimiz küçük kırıkları onarmakla başlar.

Bireysel zekâya o kadar takıntılıyız ki gün geçtikçe iş birliği kültüründen uzaklaştık. Bireysel başarının peşinde koşarken çoğu şirket yöneticisi takıntılı bir şekilde pit stoptaki o muhteşem ortaklığı gözden kaçırdı. İş birliği çoğu zaman tehdit edici geliyor. Başka bir bakış açısı, başka bir vizyon, başka bir tarz. Egoları bir yana bırakıp kollektif bilinç ve iş birliği kültürü ile hareket etmek birlikte ortaya çıkartılanların ne kadar muhteşem olduğunu bir kez daha gösteriyor.

F1 bir yarış hikayesi değil. Kendine dönmekle ilgili. Dostluk, birlikte yükselmek, sadece hızlanmak değil aynı zamanda eğlence gibi görünen bir liderlik kılavuzu.

Pistte de, iş dünyasında da kazanmak için: Öncelikle zihnimizin sistem odaklı olması gerekir ve küçük iyileştirmeleri düzenli yapmalıyız. Ekiplerimiz amaç, anlam ve güven etrafında yöndeş olmalı, kendimizi gözden geçirme ve yeniden keşfetme alçak gönüllüğünü de göstermeliyiz.

Bir bisiklet takımı yönetseniz de, bir Formula 1 ekibi, bir start-up, bir yaratıcı stüdyo, bir fabrika, bir spor merkezi veya kendi kariyeriniz fark etmez.
Sizin pistiniz gündelik hayatınızdır.
Her etkileşim. Her karar. Her detay.

Pistte milisaniyeler önemlidir.
Hayatta ve liderlikte ise kararlar.


Sayfa Sonu

Yüklenecek başka sayfa yok