K-şekli ekonomi çağı: Pekin'in sessiz odalarında dünyaya yönelik bir uyarı
Hong Kong ve Shenzhen’deki ticari mekik diplomasisisinden sonra bu hafta yeniden Pekin’deyim.
Bu şehir benim için yabancı değil; 1989’dan bu yana diplomatken de İEA, OECD, British Gas ve Invensys’in yöneticisi iken de daha sonra Global Resources Partners günlerinde de defalarca gelip gittim.
Kimi zaman masasının üstü dosya dolu teknokratlarla, kimi zaman da çay masasında devletin görünmeyen damarlarını yöneten isimlerle, çoğu zaman da eski Çinli dostlarımla saatlerce konuştuğumu hatırlarım.
Bu şehir insanı dinler, not alır, unutmuş gibi yapar, sonra zamanı geldiğinde harekete geçer.
Bu defa görüştüğüm isimler arasında CITIC Bank yöneticileri, CNPC’nin ticaret kaptanları, MIMMETAL’in karar vericileri, NDRC’nin gri takımlı stratejistleri ve enerji ile ticaret bürokrasisinin “sessiz generalleri” vardı.
Hepsi aynı noktaya işaret etti:
Dünya eski dünya değil.
Ekonomi artık V ya da U harfi ile tarif edilemez.
Yukarı doğru sertçe uzayan bir çizgi ve aşağı doğru kayan bir diğer çizgi var: K.
Ve o çizginin hangi tarafında durduğunuz kaderinizi belirliyor.
“Ekonomi artık maaşa değil, varlığa çalışıyor”
Pekin’de kulağıma en fazla çalınan cümle buydu.
Söyleyenler siyasetçiler değildi; devlet fonlarının başında oturan, trilyon dolarlarla konuşan insanlar.
Onlara göre mesele basit:
Çalışanın kazandığı çağ bitti.
Yatırım yapabilen, varlık tutan, kanallara erişebilen kazanıyor.
Milyonlar, akıllı telefon ekranında maaşına bakan insanların değil; ekranın diğer tarafındaki fon yöneticilerinin hanesine yazılıyor.
Batı’da son yıllarda yaşanan gelir eşitsizliği, Çin’in gözünde “ekonomik gerçeklik” haline gelmiş durumda.
ABD ve Avrupa’da en zengin yüzde 20’nin serveti toplayıp büyütmesi, Çinli bürokratları şaşırtmıyor.
Çünkü aynısı burada da başladı.
Varlık fiyatları yükseliyor, borsa koşuyor, ama geniş kitle için refah aynı hızda gelmiyor.
Bir teknokrat kulağıma eğilip şöyle fısıldadı:
“Refah artık dağıtılmıyor, yoğunlaşıyor.”
Batı endekslerinin tahtı sallanıyor
Pekin’deki toplantılarda özellikle enerji piyasası üzerine konuşulurken her masanın altından aynı mesaj çıktı:
Batı’nın fiyat endeksleri yoruldu; artık kimse bütçesini Brent’e, WTI’ya ya da JKM’ye güvenerek planlamıyor.
Rusya’nın Asya’ya uyguladığı yüksek iskontolar, kartların tamamını yeniden karıyor.
CNPC’de üst düzey bir yöneticinin ağzından şu cümleyi duydum:
“Fiyatları Londra ve New York değil; Şanghay ve Shenzhen belirleyecek.”
Söyleyişindeki sakinlik, cümleden daha etkileyiciydi.
Çünkü bu, bir iddia değil; bir tespit tonuydu.
Enerjinin finansmanı, sigortası, taşımacılığı ve ödemesi artık Asya ağırlıklı bir sisteme doğru kayıyor.
Türkiye gibi ithalatçı ülkelere ise şu mesaj çıkıyor:
Sadece petrol değil; oyunun para ve lojistik kısmı da el değiştiriyor.
Teknoloji parlıyor, ekonomi genişlemiyor
Amerika borsasına bakınca sanki dünya canlanıyor sanıyoruz.
Oysa gerçek başka:
Yükselişin çoğu yalnızca birkaç şirketin omuzunda.
S&P 500’ün “büyüyorum” diye bağırması, yüzlerce şirketin aslında yerinde saydığı gerçeğini gizlemiyor.
Pekin’de bir bakan bu tabloyu özetledi:
“Dünya büyümüyor, sadece büyük teknoloji bilançoları büyüyor.”
Bu, kapitalizmin yeni yüzü:
Çalışan değil, yatırımcı ödüllendiriliyor.
Çin, bunu bir tehlike olarak değil, yönetilmesi gereken bir gerçeklik olarak görüyor.
Soğukkanlılar, acele etmiyorlar, izliyorlar.
2026: İki yol, ikisinin de bedeli var
Pekin’de konuşulan iki senaryo var.
İlki:
Teknoloji, yapay zeks, savunma ve enerji dönüşümü projeleri sermayeyi çekmeye devam eder.
Borsalar yükselir.
Servet tepeye yapışır.
Toplum alttan kaynar.
İkincisi:
Faizler düşer, teşvikler artar, taban nefes alır.
Ama tüketim hızlanınca enflasyon geri döner.
Merkez bankaları yeniden frene basar.
Döngü kırılır.
Hiçbiri risksiz değil.
Pekin’den yatırımcıya yazılmış not
Burada öğrendiğim en sade gerçek şu:
Varlığı korumak için fanatik cesarete değil, sabırlı stratejiye ihtiyaç var.
Borç yükü yüksek, hikâyeyle şişirilmiş şirketler ilk düşenler oluyor.
Nakit akışı güçlü, teknolojiyle uyumlu, küresel pazarlara erişimi açık şirketler ise sarsılsa da ayakta kalıyor.
Portföyünü tek ülkeye, tek borsaya sıkıştıran yatırımcı için zaman kötü.
Dünya çok kutuplu hale gelirken yatırım stratejisi tek kutuplu kalamaz.
Bu yüzden Asya, Körfez, Hindistan, Japonya ve ASEAN konuşuluyor.
Bu yüzden altın, enerji altyapısı, liman, depolama, veri merkezi gibi reel varlıklar yeniden ilgi görüyor.
Risk çağında somut olan değerlidir.
Türkiye için öneri de net:
Bir miktar döviz, bir miktar altın, uluslararası ETF’ler ve borçsuz, ihracatçı şirketler.
Taşınmazda konut değil; ticari, lojistik ve arsa.
Son söz: Emek dönemi bitti, sermaye dönemi başladı
Bu şehir bana her gelişimde başka bir ders verdi.
Bu kez verdiği ders kısa ve soğuktu:
“Zenginlik artık çalışmanın değil, doğru yatırımın sonucudur.”
K-şekilli ekonomi adil değildir, hatta rahatsız edicidir.
Ama gerçek budur.
Bu çağda tasarruf eden değil, sermayesini yöneten kazanır.
Dünya büyümeye devam edecek, ancak herkes aynı çizgide değil.
Ve büyümenin başkenti sessizce doğuya kayarken artık soru şu:
Büyüyor muyuz değil,
nerede büyüyoruz?