Wimbledon’da kaybetsen de kazanırsın: Zeynep Sönmez ve gelenekler
Londra’nın güneybatısında, her Temmuz ayında kendine özgü bir evren kurulur.
Wimbledon…
Bir spor organizasyonundan çok daha fazlası.
Bir kültür, bir ritüel, bir gelenek.
1877’den bu yana değişmeyen beyaz kıyafet zorunluluğu, reklamsız kortlar, çilekli krema kuyrukları ve sessiz bir zarafetin hâkim olduğu tribünleriyle Wimbledon; İngiliz asaletinin korta yansıyan hâlidir.
Bu organizasyonda her detay kusursuzlukla örülmüştür: Hakemlerin tavrından top toplayıcı çocukların disiplinine, güvenlikten seyirci protokolüne kadar her şey sanki bir kraliyet senfonisinin parçasıdır.
İşte bu yıl o senfoniye, bir Türk ismi farklı bir tınıyla dâhil oldu:
Zeynep Sönmez.
Zeynep: Beyaz kortlarda açılan yeni bir Türk hikâyesi
23 yaşındaki milli raketimiz Zeynep Sönmez, Wimbledon’da yalnızca file önünde değil, Türkiye spor tarihi içinde de büyük bir eşiği geçti.
İlk turda Jaqueline Cristian’ı, ikinci turda Wang Xinyu’yu set vermeden eleyerek üçüncü tura yükseldi.
Bu başarıyla, Wimbledon’da 3. tura çıkan ilk Türk kadın tenisçi, Grand Slam tarihinde ise bu seviyeye ulaşan ilk kadın raketimiz oldu.
Bugün, dünya sıralamasında 17. sırada yer alan Rus Ekaterina Alexandrova karşısında korta çıkıyor. Kazanırsa, 4. tura yükselen ilk Türk raket olacak.
Ama kazanamasa da bu yolculuk, onun yalnızca kendi kariyerine değil, Türkiye’nin spor kolektif bilincine de iz bırakan bir adım olarak hatırlayacağız ve belki de seneye daha yukarılara tırmanacak.
Wimbledon: Skordan çok karakter yazılır
Wimbledon’da kaybetmek sorun değil, çünkü bu kortlarda sadece maçlar değil, karakterler kazanıyor.
Serena’nın gözyaşları, Federer’in veda sahnesi, Nadal’ın yıpranmış dizlerine rağmen dimdik duruşu…
Bu çim kortlar sessizce tüm o hikâyeleri taşıyor.
Oyuncular beyaz giyer, seyirciler sessizce saygı duyar, top toplayıcılar neredeyse askerî bir disiplinle hareket eder.
Ve tüm bunları düzenleyen, görünmeyen ama hissedilen bir omurga vardır: hakemler.
Bu yıl da, yıllardır Wimbledon’da görev yapan deneyimli Türk hakem Mutlu Yücebaş, yine merkez kortun dikkat çeken yüzlerinden biri.
Onun sessiz, kararlı, güven veren tavrı yalnızca hakemlik değil, zarafetle temsil edilen bir diplomasi biçimi gibidir.
Bir Türk olarak Wimbledon’un ruhuna bu kadar içten ve etkili biçimde entegre olması, görünmeyen ama çok değerli bir katkı.
Türkiye için Wimbledon ne anlama geliyor?
Türkiye gibi genç spor kültürlerine sahip ülkeler için Wimbledon hâlâ biraz “dışarıdan” bir dünya.
Ama artık bu dünya yalnızca izlediğimiz bir ekran değil; var olduğumuz bir alan.
Zeynep’in başarısı bir mucize değil.
Bu, “çalışarak ulaşılabilir” bir zirve olduğunu gösteren somut bir örnek.
Ve belki de bu özgüven, daha fazlası için çağrı yapacak:
Genç kızlara, yeni antrenörlere, yatırımcılara, federasyonlara…
Bu yılın finalinde kimler olur?
Erkeklerde gözler hâlâ Carlos Alcaraz ve Jannik Sinner üzerinde.
Genç, dinamik, yeni kuşağın temsilcileri.
Ama Novak Djokovic hâlâ orada.
Sakatlık sonrası sahalara dönmesiyle birlikte, bu turnuvayı yeniden kazanmak ve kariyerine bir “kapanış destanı” daha eklemek istiyor.
Finalde Alcaraz–Djokovic eşleşmesi yalnızca bir maç değil, bir jenerasyon savaşı anlamına gelir.
Ve biletler şimdiden 8.000 sterlinden alıcı buluyor. Ben eşimden torpilliyim!
Kadınlarda ise favoriler arasında Iga Swiatek, Elena Rybakina ve Aryna Sabalenka öne çıkıyor.
Ancak Swiatek’in çim kortlardaki özgüveni hâlâ tartışmalı.
Bu nedenle finalde Rybakina–Sabalenka gibi daha güçlü servis-hücum çizgisindeki bir mücadele olasılığı yüksek.
Ama ya Zeynep bir sürprize imza atarsa?
Bu sadece Türkiye için değil, tenis dünyası için de yılın en dokunaklı hikâyesi olabilir ama ona en azından bu yıl şans vermiyorum.
Wimbledon’da iz bırakmak
Zeynep Sönmez bugün kazansa da kaybetse de bu yazı yazıldı.
Çünkü Wimbledon, sadece şampiyonları değil, ilkleri, cesaret edenleri ve iz bırakanları da onurlandırır.
O iz bazen bir servis çizgisine, bazen bir hakem kararına, bazen bir gülümsemeye, bazen de bir “teşekkürler” notuna gizlenir.
Türkiye artık Wimbledon’da sadece izleyen değil, oynayan ve yöneten bir ülke.
Ve bu yaz bir Türk cümlesi, Wimbledon’un kadife yeşiline işlendi:
“Kaybetsen de kazanırsın.”