Korkular değil, gücümüz belirleyecek kaderimizi ve geleceğimizi

Türkiye’nin zihinsel ikliminde uzun süredir benzer sorular yankılanıyor. Kimi zaman açıkça, kimi zaman fısıltıyla, ama hep aynı korku ve kaygıyla:
    •    İsrail, bölgesel operasyonlarını tamamladıktan sonra gözünü Türkiye’ye mi çevirecek?
    •    ABD ve Batı, Türkiye’yi zayıflatıp Sevr’in hayaletini hortlatmak mı istiyor?
    •    Avrupa Birliği neden hâlâ bizi tam üye yapmıyor?
    •    Çin ve Rusya, gerçekten stratejik ortak olabilir mi?
    •    Kafkaslar’dan Akdeniz’e uzanan kuşak bir kuşatma mı?
    •    Karanlık güçler Türkiye’yi yalnızlaştırmak ve etkisizleştirmek mi istiyor?

Bu soruların çoğu, basit korkulardan değil, tarihsel hafızamızdaki derin izlerden doğuyor. Ancak bu sorulara teslim olmak ile onları aşmak arasında bir tercih noktasındayız.

Çünkü cevabı dışarıda değil, içeride aramamız gereken bir çağdayız.
Çünkü Türkiye’nin kaderi, başkalarının ajandasında değil — bizim kendi irademizde şekillenecek.

Çin’den Almanya’ya, Rusya’dan Suudi Arabistan o geniş coğrafyanın en büyük ve önemli gücüyüz. 

Gerçek tehdit, korkunun kendisi

Elbette Türkiye üzerine hesap yapan çok. Haritalar güncelleniyor, diplomatik senaryolar yazılıyor. Ama hiçbir plan; karşısında hazırlıklı, güçlü, dayanışma içinde ve vizyon sahibi bir Türkiye varsa, başarıya ulaşamaz.

Unutmayalım:
    •    Korkular, ancak zemin zayıfsa tutunur.
    •    Oyunlar, içeride çözülme varsa işler.
    •    Teslimiyet, önce zihinde başlar.

Bu yüzden İstiklal Marşımız, “Korkma” diyerek başlar.
Çünkü korku, düşmanın ilk kazandığı cephedir.

Korkma. Güçlen.

Türkiye’nin geleceği, Pentagon’un senaryolarında ya da Kremlin’in strateji notlarında yazılmıyor. Bu geleceği, ancak biz yazabiliriz. Ve bunun yolu korkmaktan değil, güçlenmekten ve içerideki fay hatları kırılmasını acilen tamirden geçiyor.

Nasıl mı?

Ekonomik Egemenlik:
Yerli üretimi artırarak, stratejik sektörlerde dışa bağımlılığı azaltarak, teknoloji ve sermaye üzerinde kontrol sağlayarak.

Toplumsal Dayanışma:
Kimlik farklılıklarını ayrışma değil zenginlik olarak görüp, ortak değerler etrafında bir ulusal birlik ruhu ve gelecek ortak hedefleri geliştirerek.

Askerî Caydırıcılık:
Söz söyleme hakkı sahada elde edilir. Gelişmiş savunma sanayi, siber yetenekler ve bölgesel müdahale kapasitesiyle caydırıcı bir güç inşa ederek.

Akıllı Diplomasi:
Yalnızlaşmadan, ama bağımlı da olmadan. Dengeleri okuyabilen, çok yönlü dış politika kuran, ehil diplomatlarıyla fark yaratan bir diplomasi anlayışıyla.

Yeni Nesil Eğitim ve Bilinçli Toplum:
Ezberden uzak, sorgulayan, teknoloji üreten ve küresel rekabete açık bireyler yetiştirerek.

Moral Üstünlük:
Tarih boyunca yıkılsa da boyun eğmeyen bir milletin onurunu taşıyarak. Yalnızca direnen değil, yön veren bir millet olma iradesiyle.

Geçmişte nasıl kazandıysak, bugün de öyle başaracağız

Bu topraklar işgal gördü, darbe yaşadı, ekonomik saldırılar atlattı, ihaneti tattı. Ama ne zaman ki içeride birlik kuruldu, güçlendik, dışarıdaki planlar çöktü.

Türk Milleti, kriz anlarında kenetlendiğinde her senaryoyu tersine çevirdi, çevirmeye devam edecek.
Bugün de aynı noktadayız.
Yeni dünya düzeni kurulurken, taşlar yerinden oynuyor.
Türkiye için tehdit de fırsat da büyük.

Bu dönem bir yol ayrımı

Ya yönü başkalarının çizdiği bir yolda sürüklenen oluruz…
Ya da kendi rotasını belirleyen, oyunu bozan ve yön tayin eden bir aktör.

Bunun için ihtiyaç duyduğumuz şey yalnızca güçlü değil; aynı zamanda akıllı, kapsayıcı, stratejik ve icra gücü yüksek bir liderliktir.

Sadece kriz yöneten değil, gelecek inşa eden bir liderlik.

Korkma. Güçlen. Birlik Ol. İleriye Bak.

Bugün Türkiye’de, her siyasetçinin, her iş insanının, her askerî karar alıcının, her akademisyenin ve her vatandaşın görevi bellidir:
    •    Korkuya kapılmadan hazırlıklı olmak,
    •    Güçlü olmak için akıllıca hareket etmek,
    •    Birlik içinde geleceğe yön vermek.

Çünkü artık bu ülkenin kaderi ve geleceği başkalarının masasında değil — bizim elimizde.