Arama
Santafe MX5
Ağzı bilenmemiş bu bıçaklar, geleneksel yöntemlerle üretiliyor ve her aşamasında ustasının yetenekli elinin izini taşıyor.

08 Ekim 2024, 04:30 ÖS GÜNCELLENDİ
Keskin Bilgelik
Fotoğraf: Ergun Candemir

Kadim zamanlardan günümüze uzanan bir öğüt, “Bıçak, sahibini tanımaz” der. Ancak ustasını tanıyor olmalı… Karşımdaki adamın ellerinde, özenle işlenmiş altın ve gümüş kakmalar, her biri ayrı hikaye anlatan gravürler ışıl ışıl parlıyor. Mehmet Şeker, yalnızca yetenekli bir gravür ve bıçak ustası değil, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yok olma tehlikesi altındaki geleneksel sanatları icra edenlere verilen “kültürel miras taşıyıcısı” ünvanına sahip bir usta. İşlediği incelikli detaylara sahip gravürler, mikro heykeller karşısında “Umarım çırak yetiştiriyorsunuzdur” temennisi kaçınılmaz oluyor. Şeker, “Çırağım kızım olsun, geleneği sürdürsün istiyorum” diyor ve ekliyor: “Benim her şeyi öğrendiğim ustam da bir kadındı!”

Düzce merkezde, dışarıdan bakıldığında küçük bir bıçakçı dükkanı burası. Vitrininde eski bir akordeon, duvarda gravürler, farklı coğrafyalardan toplanmış bazıları 500 yıllık deri aksesuarlar… Raflarda ise kamp bıçakları, İskandinav tarzı gündelik kullanıma uygun bıçaklar var. Dükkanla atölyeyi ayıran perde araladığında fantastik bir film sahnesi misali, işler tümüyle değişiyor. Bu kez karşımda Şeker’in her köşesi malzemeyle, aletlerle, bıçaklarla tıklım tıklım dolu atölyesi var.

“Çok dikkat gerektiren bir iş yapıyorum. Milimetrik ya da saliselik bir hata aylarca süren bir emeğin boşa gitmesi demek.”

Mehmet Şeker, 12 yaşındayken bir tüfek fabrikasında çalışmaya başlıyor. Bir sabah işe giderken yolunun üstündeki atölyeden gelen çekiç seslerini duyup içeri girdiğinde ustası Sema Duman ile tanışıyor. O günden sonra öğlen molalarında, akşam paydostan sonra soluğu onun atölyesinde alıyor. Silah gravürü ustası Duman, yıllar sürecek bir tedrisattan geçirmek üzere en sonunda onu yanına alıyor. “Ahilik düzenine kalpten bağlıyım, ustam da öyleydi.” diyor Şeker. Sema Duman’ın atölyesinde ilk önce ahşabın inceliklerini öğreniyor, ardından da seri imalat ürünü tüfek dipçiklerini işlemeyi…

Yaşamın bir daha asla aynı olmayacağı anlar vardır ve o anlardan biri vuku buluyor: Atölyeye başlamasından üç yıl sonra, bir silahın içinde unutulan merminin ateş alıp Duman’ı kolundan yaralamasıyla ustası uzun bir süre çalışamaz hale geliyor. O sıralar otuzlu yaşların ortalarında olan Duman’ın bu genç adama güveni tam: “İşin başına sen geçeceksin ve ben de bildiğim her şeyi sana öğreteceğim” diyor Sema usta, söylediğini de yapıyor. “Gerçekten de işi esas o zaman öğrendim” diye anlatıyor Şeker: “Gravür yapmayı, ağaç baskıyı, asitli oymayı, mavi baskıyı, rölyefi, ahşapta çalıştığım 5 mm’lik uçları, metalde 1 mm inceliğe düşürmeyi, 16 yaşında mikroskobun altında çalışarak sabahlamayı…”

Araya 1999 depremi ve askerlik giriyor. Rüzgar onu ustabaşı olarak fabrikalara, başka şehirlere sürüklüyor. Gittiği her şehirde küçük bir dükkan ya da atölye tutarak işten çıkar çıkmaz -ruhunu dinlendirmek için- bıçak yapmaya devam ediyor. Üstelik bunu yaptığı tek yer Türkiye değil. Altı yıl boyunca dünyayı geziyor.

Rusya, Almanya, Belçika, Yunanistan, Lüksemburg, Fransa, Gürcistan derken hem çalışıyor hem de müzelerde, kitapçılarda eski dönemlere ait bıçakların, gravürlerin izini sürerek bu ülkelere özgü teknikleri öğreniyor. 2012’de ise artık tamamen bıçak yaparak hayatına devam kararı alıp memleketi Düzce’ye yerleşiyor.

Bu kararda kendisi için yaptığı ya da dostlarına hediye ettiği bıçakların sosyal medyada beğeni toplamasının rolü büyük. Gelen taleplerin ardı arkası kesilmeyince atölyede tam mesaiye geçiyor.

Müşterinin arzusuna göre yapılan gravürler aylar süren bir mesainin eseri.

 

Koleksiyonluk bıçaklarda, sipariş üzerine kişiye özel tasarım yapıyor. Kapısını çaldığınızda -aylarca sıra beklemeyi göze alırsanız- sizi şöyle bir süreç bekliyor: Önce istediğiniz bıçağın türünü, formunu anlatıyorsunuz. Şeker de ayrıntılarıyla bıçağın karakalem çizimini yapıyor. Sonra sırada çelik seçimi var; Damaskus, N690, D2, yay çeliği derken liste uzayıp gidiyor.

“Kimi koleksiyonerler için bıçaklarının yüzlerce yıllık zanaat teknikleriyle yapılmasını seyretmek büyük haz. Onların tercihi geleneksel yöntemlerle eski ocaklarda bin 300 derecede meşe kömürüyle dövülmüş çelik oluyor. Kimisi de yeni nesil ocaklarda toz çelikten imal edilsin istiyor” diyor Mehmet Şeker. Bıçağın yolu uzun. Çelik katlanarak dövüldükten sonra özel makinelerde kesimi yapılıyor, profil çıkartılıp ince hatlar düzeltiliyor. Ardından namlunun yani bıçağın keskin yerinin ana formunun ortaya çıktığı “ağız açımı” tamamlanıyor.

Sıra sap kısmı için materyal seçimine geliyor. Doğanın sunduğu pek çok malzeme var: Manda ya da geyik boynuzu, kayın ağacı, doğal kemikler… Doğal malzeme kullanmanın incelikleri de var tabii. Örneğin yüzyıllardır yay yapımında kullanılan manda boynuzunu işlemek için beş-altı yıl beklenmeli, “Yoksa zamanla büyür ya da ufalır, bıçağında sapında boşluk yapar.”

Gövde ortaya çıktıktan sonra nihayetinde süslemeler, kakmalar, gravürler, üç boyutlu oymalar bıçağa işleniyor. Esas meşakkatli süreç de bu: İnce keski ile mikroskop altında çalışılan haftalar... Sonra sıra, nabzını 120’lere yükselten “sertleştirme”ye yani ısıl işleme geliyor. Isıyı dengeleyemezse saniyeler içinde zayi oluyor bıçak. Bu nedenle dünyada koleksiyonluk bıçak üreten pek çok ustanın, riske girmeden, bıçağı sertleştirmeden teslim ettiğini söylüyor.

“Ne kadar ihtişamlı olursa olsun, ısıl işlem görmeyen bir bıçak kullanılamaz. Hemen körelir, eğilip bükülür. Risk alıyorum, evet. Ama gerçek bıçaklar yapıyorum.” Bahsettiği süreç o kadar önemli ki bu işlem olmadan çelik bile gerçek çelik değil, sadece ham malzeme. 

Mehmet Şeker, haftanın bir günü yalnızca kendi için bıçak yapıyor.

Emeğin heba olma tehlikesi yalnızca ısıl işlemle sınırlı değil. Süslemeler de mayınlı bölge… “Mesela bir geyik boynuzuna, dış yapıyı bozmadan dişlerinin detayına kadar bir ayı figürü işlerken milimetrik bir hata, aylarca süren işçiliğin çöp olması demek.” Bıçak bittiğinde ise derin bir nefes alma zamanı ancak iş henüz bitmedi. Sıra göz alıcı bir kın yapmakta. Ağırlıklı tercih, meşe palamuduyla tabaklanmış dana derisi. Derinin içinde kimyasallar ve krom olmamalı çünkü bıçağa ve sahibine zarar. Her bir aşama ayrı bir zanaat, ayrı bir ustalık işi…

Her çelikle çalışabilmesine karşın kendisi için yaptığı bıçaklarda tercihi, geçmiş çağlarda sağlamlığı için tercih edilen Damaskus’tan yana. Çelik levhaların katlanarak yüksek ateşte dövülmesiyle ortaya çıkan desenlerin “Türk Vurgusu”, “Yağmur Damlası” gibi isimleri var. Kullandığı geleneksel yöntemler, kılıç yaparken de tercihi. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kendisine verdiği “kültürel miras taşıyıcısı” statüsü sayesinde kılıç yapabilme yetkisi var. ”Yapmam yasak değil ama keskinleştirmem yasak” diyor. Bıçakları da ağız bilemesi yapmadan teslim ediyor.

Yapımı aylar sürebilen bu bıçakların fiyat aralığı 50 ila 100 bin TL arasında değişiyor. Mehmet Şeker bunları anlatırken aklımda dönüp duran o soruya sıra geliyor. Yalnızca özel tasarım yaparak, bazen aylarca tek bir bıçak üzerinde çalışarak geçimini nasıl sağlıyor? Geceleri avcı bıçağı, “full tang” tipi bıçaklar yaparak… “Günümü bu bıçaklara ayırsam ayda en az 40 tane full tang çıkarabilirim, tanesi 10 bin liradan iyi para; mesele para olsaydı eğer…”
 


"Life" Kategorisinden Daha Fazla İçerik