Kaybetmeyi bilmeden kazanmak mümkün mü?
Kazanmaya şartlandırılmış bir çağda yaşıyoruz.
Ama bu kazanç anlayışı, birlikte yükselmeyi değil—tek başına öne çıkmayı, hatta gerekirse başkasının kaybı pahasına “galip gelmeyi” yüceltiyor.
Başarı; çoğu zaman sabırdan, karakterden, dirençten değil—gösteriden ve hızdan besleniyor.
Oysa hayat sadece zafer anlarından ibaret değil.
Kimi zaman tökezlersin, kimi zaman elindekini yitirirsin.
Kazanmak kadar, kaybetmek de yaşamın bir parçası.
Ve çoğu zaman asıl kişilik, kazandığımızda değil, kaybettiğimizde ortaya çıkar.
İşte bu yazı, tam da o “unutulmuş marifet” üzerine: Kaybetmeyi bilmek.
Öğütçü Zeytinev’de bir sabah: Kazanmanın arka bahçesi
Geçtiğimiz günlerde, Çeşme’nin denize uzanan tepelerinden birinde, zeytin ağaçlarının gölgesindeki Öğütçü Zeytinev’de sabah kahvaltısı yapıyorduk.
Yanımda dostum Özgür Öztürk, eşi Sibel ve karım Aynur vardı.
Rüzgâr hafifti, gökyüzü aydınlık… Soframızda sade ama ruhu doyuran tatlar vardı.
Sohbet, doğallığı içinde hayatın çetin yüzlerine doğru akıp gitti.
Özgür, iş dünyasında güven ve tutarlılıkla anılan bir isim.
Ama onu esas etkileyici kılan şey, kazandıklarını anlatışı değil; kayıplarından söz ederkenki duruluğu ve zarafeti.
Kahvelerimizden ilk yudumu alırken, yumuşak ama kendinden emin bir sesle şöyle dedi:
“Kazandım, evet. Ama gerçek dönüşümüm, kaybettiğim zamanlarda öğrendiklerimle başladı.
O an anladım ki, kazanç dediğimiz şey bazen bir yanılsama; ama kayıp asla yalan söylemiyor.”
İnişleri saklamayan bir dil…
İflaslar, dost kazıkları, karşılıksız emekler…
Ama bunları anlatırken, içinde ne acı vardı ne pişmanlık—yalnızca içsel bir olgunluk ve dengeli bir tebessüm.
Ardından ekledi:
“Kaybetmeyi öğrenmeden, hiçbir şeye gerçekten sahip olamazsın.”
O an fark ettim:
Biz hep kazananların hikâyelerine odaklanıyoruz.
Ama insanı gerçekten büyüten, şekillendiren, olgunlaştıran kayıplardır.
Ve bazı insanlar bu kayıplardan yalnızca sağ çıkmaz—daha güçlü, daha derin ve daha yumuşak bir insan olarak yeniden doğar.
Tıpkı Özgür ve Sibel’in birlikte inşa ettiği hayat gibi…
Bodrum’da bir akşam: Ruhsal zekânın kayıp haritası
Kısa bir süre önce Bodrum’da, LifeCo’nun kurucusu dostum Ersin Pamuksuzer ile başka bir samimi sohbetteydim.
Denize nazır, sade ama dingin bir sofrada Ersin şöyle dedi:
“Bu yıl tüm enerjimi ‘kaybetmeyi öğrenmeye’ vereceğim.
İnsanlar hep kazanmaya odaklanıyor. Ama asıl fark, kayıplarla ne yaptığında saklı.
Gerçek denge, ruhsal zekânın içinde kuruluyor.”
Sözleri içime işledi.
Çünkü bugün hem kazananlar hem kaybedenler, aynı gerçeği unutmuş durumda:
Hayat bazen verir, bazen alır.
Ama mesele, hayat senden aldığında içinde neyin kaldığıdır.
Kazanmaya kilitlenmiş hayatlar, en küçük kayıpta dağılır
İş yerinde, okulda, sporda, ilişkide…
Bize hep aynı öğüt verildi:
“Kazanmalısın.”
– En iyi okul,
– En yüksek maaş,
– En popüler sosyal hayat,
– En doğru eş seçimi…
Ama hayat her zaman planlandığı gibi işlemez.
Tüm çabanı koyarsın ortaya ve yine de olmaz.
Ve işte o noktada yıkılanlar, aslında hiçbir zaman gerçekten güçlü olmamış olanlardır.
Çünkü kaybetmenin ne olduğunu öğrenmemişlerdir.
Hiç tatmamışlardır yeniden başlamanın soylu mahcubiyetini.
Kaybetmenin öğrettikleri: Beş zihinsel kırılma noktası
1. Tevazu: Hayatın senin planlarına göre akmadığını fark edersin.
2. Direnç: Her düşüş bir sınavdır; her kalkış bir ustalık.
3. Empati: Başkalarının kırılganlıklarını daha iyi görürsün.
4. Derinlik: Başarının kozmetik değil, köklü olanını ararsın.
5. Özdeğer: Sahip olduklarına değil, kim olduğuna yaslanırsın.
Eğitimden yatırıma, aşktan liderliğe: Her yerde aynı kural
* Okulda düşük not alan çocuk yerle bir oluyor, çünkü başarısızlık yasaklı.
* İş dünyasında bir projesi tutmayan yönetici dışlanıyor, çünkü hata affedilmiyor.
* Aşkta terk edilen kişi utandırılıyor, çünkü duygusal kayıp zayıflık sayılıyor.
* Yatırımda batan girişimciye “beceriksiz” deniyor, oysa belki vizyonu zamanından önceydi.
Oysa Batı’da birçok yatırımcı, başarısızlık yaşamamış girişimciyi yeterince “pişmemiş” bulur.
Çünkü gerçek öğrenme, kayıpların içinden geçerek gelir.
Sadece kazanan biri başarıyı şans sanabilir.
Ama kaybedip ayağa kalkan biri, başarıyı inşa eder.
Çocuklarımıza ne öğretiyoruz?
Bugünün gençleri, sürekli zirveye çıkmaları gerektiğini sanıyor.
Ama ilk tökezlemede dağılıyorlar.
Çünkü kimse onlara kaybetmenin insani bir durum olduğunu öğretmedi.
Kazandıklarında değil, kaybettiklerinde ne yapacaklarını bilmiyorlar.
Ne yazık ki çocuklarımızı, “el bebek, gül bebek” büyütüyoruz.
Her istediği verilen, her düşüşü yastıklarla yumuşatılan çocuklar ilerleyen yaşlarda ciddi zorluklar yaşıyor.
Çünkü hayata sadece kazanmak üzerinden hazırlanıyorlar.
Evet, onları başarıya teşvik edelim.
Ama aynı zamanda kaybın felaket olmadığını, tam tersine gelişimin başlangıcı olabileceğini de öğretelim.
Yıkıldıklarında yeniden ayağa kalkmaları için duygusal kaslarını geliştirmelerine destek olalım.
Kazanmak marifet değil, yeniden başlamak cesaretidir
Bugün kazananlar kadar, kaybedenlerin de hikâyelerine ihtiyacımız var.
Çünkü gerçek karakter, zirvede değil, çukurda ortaya çıkar.
Zeytinev’de sabah serinliğinde Özgür’ün sesiyle,
Bodrum’da deniz kıyısında Ersin’in bakışıyla,
Bir kez daha anladım:
Kazanmak kolaydır.
Kaybetmek mümkündür.
Ama kaybettikten sonra yeniden ayağa kalkmak, işte asıl meziyet budur.
Ve belki de hayatın tek gerçek kazancı,
yeniden denemeye cesaret edebilmektir.
İşte bu yüzden kendimize sık sık sormalıyız:
Kazanmak için ne kadar hazırız değil…
Kaybettiğimizde kim oluyoruz?
"Forbes Life" Kategorisinden Daha Fazla İçerik
-
-
İstifayı bastı hayalini yaşıyor: Kurumsal hayattan Ironman’in zirvesine
Murat Kıvanç / Dijital Yayınlar Direktörü
-
-
Artem Martis’in cam heykelleri, tonlarca ağırlığa rağmen ayakta duran kırılgan devler gibi
Nilay Dirim / Kıdemli Editör
-
-