Bakalım Seine’de Kim Yüzecek?
Bu yılki Yaz Olimpiyatları’na artık sayılı günler kaldı. Tarih yaklaştıkça Fransa’da heyecan da artıyor ister istemez. Yöneticiler şimdiye kadar harcanan 9 milyar euro’nun her santimini geri alacaklarından emin. Önceki olimpiyatlarda her ikisi de yaklaşık 12 milyar euro harcayan Rio yüzde 15 civarında, Tokyo ise yüzde 50’den fazla zarar açıklamıştı. Bu pencereden bakıldığında Fransızların oldukça makul bir harcama ve büyük bir iddia ortaya koydukları bir gerçek. Kaldı ki yaz olimpiyatları ve ardından gerçekleştirilecek paralimpik oyunlar için beklenen turist sayısı 15 milyonun üzerinde. Bu rakam “Işıklar Şehri”nin yılda aldığı misafir sayısının aşağı yukarı üçte biri. Elbette bu dev organizasyon büyük sıkıntıları da beraberinde getirmiyor değil. Zaten Fransa için artık nerede ise standart bir sorun olan ancak İsrail - Filistin gerilimi ile tırmanabileceği öngörülen terör yetmezmiş gibi hem Rusya’nın hem ülke bayrağı ile katılamayan sporculardan dolayı Uluslararası Olimpiyat Komitesi kızgınlığı hem de Emanuel Macron’un Ukrayna’ya verdiği destek, Fransızları Putin’in emriyle gelebilecek bir siber saldırıya karşı dijtal teyakkuza itiyor.
Öte yandan ‘büyük bir sosyal devlet’ olmanın sorunlarından biri olan sendikaların zam talepleri ve bitmek bilmeyen grev tehditleri, göz ardı edilemeyecek boyutlarda. Bütün bunlara rağmen Parislileri asıl düşündüren şey çok düşkün oldukları rutinlerini yapamayacak olabilme ihtimalleri. Ya metro veya RER (tren) sistemi çok aksarsa! Ya dünyanın en büyük toptan gıda hallerinden biri olan Rungis’de problem çıkar da bio (organik) ürünlere ulaşılamazsa! Ya Bresse tavuğu karaborsaya düşer, haftada iki gün açık olan semt pazarı kurulamazsa! İçinde “r” harfi olmadığı için temmuzda (Juillet) istiridye zaten yenmez ancak ya sardalyaya ulaşılamazsa! Belki bizim “Bunlar da sorun mu?” diyebileceğimiz bu gibi olgular, Parisliler için çok önemli. Düşünsenize, yedi önceki devlet başkanları işinin zorluğunu anlatmaya çalışırken; “246 çeşit peynir üreten bir ülkeyi kim, nasıl yönetebilir?” deyivermişti. Herhalde General de Gaulle bugünkü peynir çeşitliliğinden haberdar olsa idi politikaya hiç bulaşmazdı.
Uzun lafın kısası Belediye Başkanı Ann Hidalgo’nun tüm çaba ve söylemlerine karşı Parisliler olimpiyat zamanı şehirden kaçma derdindeler. Kimileri evlerini çok yüksek bedellerle kiraya verdiler bile. Tüm otellerin çoktan dolu olması, bulunabilecek en sıradan odanın bile fiyatlarının normalin üç - dört misli üzerinde pazarlanması, gelmek isteyenleri de ister istemez farklı arayışlara itiyor. Hidalgo’dan bahsetmişken, onun da tıpkı Devlet Başkanı Macron gibi Seine Nehri’nde yüzme sözü verdiğini hatırlatalım. Temizlenmesi için 1,5 milyar euro’ya yakın bir rakam harcanan Seine’de yüzme sözünde hangisinin duracağını çok merak ediyorum doğrusu. Politik duruşları ve hayata bakışları bu kahverengi nehire ikisinin el ele girmesini engelliyor olsa da en azından birinin sözünde durmasını bekliyorum.
Geçen yıl koli basili oranının yüksekliğinden dolayı üç farklı organizasyonun iptal edildiği göz önünde bulundurulduğunda, ister istemez aklıma Çernobil felaketi sonrası radyasyon bulutlarının bizim topraklara kadar gelmediğini ispat etmeye çalışıp ekranlarda çay içen, zamanın Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral geliyor. Politikacılar değişse de politikanın aynı kalması hâlâ şaşırtıyor beni. Tüm bunlara rağmen ilk defa stadyum dışında yapılacak bir açılışı merak ediyor, Seine Nehri üzerinden teknelerle geçip köprü ve nehir kenarlarını dolduran katılımcıları selamlayacak ülkeleri izlemeyi hararetle bekliyorum. 26 Temmuz’un tarihin en iyi açılışı olacağından en ufak bir kuşkum yok. Ayrıca takımımızın olimpik kıyafetlerini görmek için sabırsızlanıyorum. Dilerim en ufak bir huzursuzluk olmaz. Bu toprakların ruhuna uygun olarak özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ile dolu günler yaşarız. Umarım Baron Pierre De Coubertin’in hayal ettiği şekilde beden gücü ve becerinin akıl ile harmanlandığı olimpiyat ruhuna yakışır, barış içinde bir organizasyona tanık oluruz.