;
Arama

Yunanistan’ın yeni savunma doktrini arayışı: Kendisini topuğundan vurabilir

Yunanistan’ın adaları silahlandırma adımları ve Türkiye’yi “birincil tehdit” olarak tanımlayan yeni savunma doktrini, uluslararası hukuk ve NATO dengeleri açısından bölgesel istikrarı zayıflatan, Ege’deki kırılgan güvenlik mimarisini daha da riskli hâle getiren bir tablo oluşturuyor.

12 Aralık 2025, 12:01

Dışişlerindeki mesleki kariyerime NATO dairesinde başladığım günleri hâlâ hatırlıyorum. 
Türkiye ile Yunanistan arasındaki bitmek bilmeyen çekişmeler yüzünden Atlantik İttifakı’nın altyapı planlarının nasıl kilitlendiğine defalarca şahit oldum.

Sonraki yıllarda gerek Türkiye’de gerek uluslararası arenada güvenlik meselelerine kafa yoran biri olarak, Atina’nın son dönemde açıkladığı yeni savunma doktrinini izlerken yalnızca askerî bir teknik dönüşüm görmüyorum. Bunun arkasında bir psikoloji, bir korku ve biraz da yanlış yönlendirilmiş bir özgüven seziyorum.

Yunanistan Savunma Bakanı, son konuşmalarında Türkiye’yi doğrudan “esas tehdit” ilan ediyor. Cambridge’de konuşmacı olarak yer aldığım Yunan–İngiliz zirvesinde de aynı sert söylemi sürdürdü. Bizatihi dinledim kendisini. 
Adaların ağır silahlarla tahkim edilmesinden, yeni füze sistemleri yerleştirilmesinden ve savunma mimarisinin tamamen değişmesinden söz etti.

Dinlerken içimden hep şu cümle geçti: “Keşke komşumuz kendine böylesine ağır yükler bindirmese; çünkü bu yaklaşım bumerang gibi dönüp yine Yunanistan’ın menfaatlerini vuracak.”

Hiçbir ülke burnunun dibindeki adaların ağır silahlarla donatılmasını kabullenmez. Bu yalnızca Türkiye’ye özgü bir refleks değildir. Amerika, Küba’nın militarize edilmesine nasıl tahammül etmediyse; Britanya, Fransa’nın Kanal adalarını tahkim etmesine izin vermez; Japonya, Rus adaları çevresinde militarizasyona göz yummaz; Çin’in Güney Çin Denizi’ndeki hassasiyetini zaten biliyoruz.

Coğrafya gücü belirler; en yakın tehdit her zaman en tehlikeli olandır.

Atina’nın niyeti anlaşılır; yöntemi yanlış

Yunanistan’ın kendini daha güvende hissetme çabasını küçümsememek gerekir. Tarihsel kırılganlıklar, Kıbrıs’ın yarattığı travma, Ege’deki zaman zaman tırmanan gerginlikler, ekonomik dalgalanmalar…
Tüm bunlar Atina’nın güvenlik algısını derinden etkiliyor.

Fakat güvenlik isteyen bir ülkenin doğru stratejiyi seçmesi gerekir.

Bugün Yunanistan’ın attığı adımlar —ABD’ye yeni üsler açmak, Fransa ve İsrail’le savunma anlaşmalarını genişletmek, adaları militarize etmek— bölgeyi sakinleştirmiyor; aksine daha kırılgan hâle getiriyor.

Çünkü Yunanistan adaları silahlandırdıkça Türkiye’nin güvenlik refleksi sertleşiyor.
ABD üsleri çoğaldıkça Ankara’nın stratejik kaygıları artıyor.
Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi dışlayan ittifak arayışları ise zaten yumuşama sürecinde olan ilişkileri dinamitleme riski taşıyor.

Ve çok açık bir gerçek var: Bu ülkelerin hiçbiri —retorik düzeyde konuşsalar bile— Yunanistan için Türkiye ile sıcak bir çatışmaya girmez.

Bu ne Yunanistan için bir küçültücülük ne de Türkiye için bir üstünlük iddiasıdır. Bu yalnızca uluslararası ilişkiler sisteminin çıplak gerçeğidir.

Adaların statüsü bir slogan değil, yazılı hukuktur

Türkiye’de zaman zaman eksik bilinse de Lozan, Paris ve Montrö’nün ilgili hükümleri son derece açıktır:
    •    Lozan (1923): Midilli, Sakız, Sisam ve İkarya yalnızca sınırlı askerî varlıkla Yunanistan’a devredildi.
    •    Paris Antlaşması (1947): Oniki Ada —bugün en tartışmalı bölge— tam ve tartışmasız bir biçimde “silahsızlandırılmış statü” şartıyla Yunanistan’a verildi.
    •    Montrö (1936): Boğazlar rejimini değiştirdi ama adaların silahsızlık hükümlerini aynen korudu.

Bu maddeler keyfi yazılmadı; dönemin güç dengeleri gözetilerek uluslararası düzenin taşları yerine otursun diye kondu.

Bugün Yunanistan’ın bu adalara füze bataryaları, hava savunma sistemleri ve askerî tesisler yerleştirmesi hem askerî hem de hukuki bir tartışmayı kaçınılmaz kılıyor.

Bu yüzden Türkiye’de adaların haksız şekilde Yunanistan’a devredilmiş olmasından rahatsız bazı milliyetçi çevrelerde yüksek sesle şu soru soruluyor: “Madem egemenlik şartlı devredildi zamanında ve bu şartlar şimdi sürekli ihlal ediliyor, o hâlde adaların statüsü yeniden masaya gelir mi?”

Kimse böyle bir yola gidilmesini asla istemez. Ama Atina’nın attığı adımlar sertlik yanlılarına geniş bir oyun alanı açıyor.

İki NATO üyesinin birbirini tehdit olarak tanımlaması

NATO’nun mantığı üyelerin birbirini korumasıdır; birbirini hedef göstermesi değil.
Türkiye’nin bir AB ülkesine saldıracağı iddiası gerçekçilikten uzaktır.

Ancak Atina’nın:
    •    ABD’ye çoklu ve genişletilmiş üsler açması,
    •    Güney Kıbrıs’ın silah ambargosunun kaldırılmasını teşvik etmesi,
    •    Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi dışlayan askeri tatbikatlara ağırlık vermesi,
    •    Resmî belgelerde Türkiye’yi “birincil tehdit” ilan etmesi

Yunanistan’ın kendi güvenlik mimarisini güçlendirmiyor; bilakis derinlemesine zayıflatıyor.

Bugün Avrupa güvenliği Rusya yüzünden sarsılmışken; NATO Ukrayna cephesinde yüklenmişken; AB yeni bir savunma mimarisi ararken Yunanistan’ın Türkiye’yi karşı cepheye iten bir dil kullanması açıkça kendi çıkarına değildir. NATO ve AB güvenlik dayanışmasını da sulandırıyor.

Bölgesel gerçeklik: Türkiye’nin ağırlığını doğru okumak

Türkiye bugün:
    •    1,5 trilyon dolara yaklaşan ekonomisi,
    •    Modernize edilmiş, bölgesinde caydırıcı etkisi yüksek silahlı kuvvetleri,
    •    Hızla gelişen savunma sanayii,
    •    Balkanlardan Orta Doğu’ya, Afrika’dan Kafkasya’ya uzanan diplomatik ağı,
    •    Çin’den Rusya’ya, Almanya’dan Körfez’e kadar genişleyen stratejik ilişkileri

ile bölgede tartışmasız en büyük ve en belirleyici aktördür.

Yunanistan’ın tarih boyunca sahip olduğu güvenlik, statü ve sınır genişlemeleri ise çoğu kez Türkiye ile kurulan hassas dengeler sayesinde mümkün olmuştur.

Bugün Atina’nın yapması gereken de aynı basit, ama akıllıca gerçek şudur: Elde ettiği statükoyu korumak, Yunanistan’ın en büyük menfaatidir.

Atina’nın seçtiği yol: Caydırıcılık mı, kendi ayağına kurşun mu?

Adalara füze yerleştirmek bana göre bir savunma aklından ziyade psikolojik bir refleks.
Üstelik riskleri son derece yüksek:
    •    Bir kriz anında adalar ilk hedef hâline gelir.
    •    Türkiye’nin güvenlik doktrini daha sertleşir.
    •    Hukuki tartışmalar uluslararası platformlara taşınır.
    •    NATO içi uyum bozulur.
    •    Ege’nin kırılgan dengesi sarsılır.
    •    Türkiye’ye 12 mil ve karasuları tartışmalarında “yeni bir casus belli” gerekçesi daha sunulur.

Atina, farkında olmadan kendisini daha tehlikeli bir jeopolitik zemine itiyor. Umarım farkındadır.

Dostça bir hatırlatma

Yunan halkını seven, sayan , adalarında dostluklar kurmuş bir kişi olarak içtenlikle söylüyorum: Ege’yi silahlandırmak değil, sakinleştirmek Yunanistan’a güç kazandırır.

Türkiye bu coğrafyanın en büyük gerçeğidir — ne yok sayılabilir ne aşılabilir. Bunu tehdit görmek yanlış; yok saymak tehlikelidir.
Gerçeği doğru okumak ise aklın gereğidir.

Ve şunu da ekleyeyim:

Hem Atina’da hem Ankara’da ilişkileri yumuşatmak isteyen bir siyasi irade var.
İki ülke arasındaki bahar havasını bozmaya kimsenin hakkı yok.

Ben Türk–Yunan ilişkilerinin ortak menfaatler, kazan–kazan anlayışı ve karşılıklı güven temelinde çok daha ileriye taşınabileceğine inanıyorum.

Komşuluk, bazen yalnızca kendi gücünü bilmek değil;
karşıdakinin gücünü de doğru okumayı gerektirir. Atina eğer bunu başarırsa, Ege yeniden huzur ve iş birliği denizi olabilir.


Sayfa Sonu

Yüklenecek başka sayfa yok