Bugüne kadar çeyreklik raporlarla ilerleyen geçiş safhası 31 Aralık 2025’te kapanıyor; artık CBAM kapsamındaki ürünleri ithal edenlerin “yetkilendirilmiş CBAM beyanı” statüsüne geçmesi ve gömülü emisyonlar için sertifika yükümlülüğüne hazırlanması isteniyor.
Bu, kâğıt üzerinde bir iklim politikası gibi görünüyor. Sahada ise çok daha yalın bir gerçek var: ticaretin dili değişiyor. Rekabet artık yalnızca işçilik, enerji ya da navlun maliyetiyle değil; karbon maliyetiyle de ölçülüyor.
Sadece Türkiye’nin meselesi değil
CBAM tartışması çoğu zaman Türkiye perspektifinden okunuyor. Oysa düzenleme, AB ile ticaret yapan tüm dünyada aynı etkiyi yaratıyor. Karbon yoğun üretim yapan herkes aynı sınavdan geçiyor. Üstelik AB Komisyonu’nun 17 Aralık 2025’te yayımladığı paket, CBAM’ı 2026’daki kesin uygulamaya operasyonel olarak hazırlarken kapsamın “downstream” ürünlere doğru genişleyebileceğine de açık kapı bırakıyor.
Bu yaklaşım, CBAM’ın sadece ilk dalga ürünlerle sınırlı kalmayacağına dair uluslararası beklentiyi güçlendiriyor.
Neden tam kalbimizden vuruyor?
Demir-çelik, alüminyum, çimento, gübre, hidrojen ve elektrik… CBAM’ın ilk kapsamı tesadüf değil. Bunlar Türkiye’nin AB’ye ihracat yaptığı, istihdam yaratan, katma değer üreten sektörlerin omurgasını oluşturuyor.
AB ile ticaretin ölçeği de bunu teyit ediyor: 2024’te AB’nin Türkiye’den ithalatı yaklaşık 98,4 milyar avro, AB’nin Türkiye’ye ihracatı ise 112,3 milyar avro seviyesinde.
Maliyet baskısı kaçınılmaz ama sessiz geliyor
CBAM sertifikasını teknik olarak AB’li ithalatçı alacak. Ancak bu bedelin ticari pazarlıkla Türk üreticinin fiyatına yansıyacağı açık. Karbon yoğun üretim yapan tesis, aynı ürünü daha düşük emisyonla üreten rakibin gerisine düşüyor.
Bu yalnızca Türkiye’ye özgü bir sorun değil; AB pazarına karbon yoğun ürün satan tüm üreticiler için ortak bir rekabet testi.
Bu baskının şiddeti, AB Emisyon Ticaret Sistemi’nin fiyat sinyaliyle doğrudan bağlantılı. 2025 sonunda AB karbon fiyatlarının yeniden yükseldiği görülüyor.
29 Aralık 2025 itibarıyla “EU Carbon Permits” fiyatı yaklaşık 87,5 €/tCO₂ seviyesinde. Analist beklentileri ise 2026 ortalamasının 90 €/tCO₂ bandının altına kolay kolay inmeyeceğine işaret ediyor.
Asıl sert darbe: Veri disiplini
CBAM’ın en az konuşulan ama en sert boyutu veri tarafında yaşanıyor. Emisyonunu doğru ölçemeyen, doğrulatamayan ve AB metodolojisine uygun veri sunamayan tesisler için risk net: varsayılan (yüksek) emisyon değerleri.
AB Komisyonu’nun Aralık 2025’te yayımladığı çalışmalarda da bu “default values” mekanizmasının, CBAM rejiminin fiili yaptırım gücü olduğu açıkça görülüyor.
Bu nedenle CBAM bir vergi gibi anlatılsa da gerçekte bir ölçüm–raporlama–doğrulama (MRV) sınavı. Ölçemiyorsanız, pahalıya ödüyorsunuz.
Sertifika yanılgısı: “Yeşil Etiket” yetmiyor
Sahada en sık duyulan soru şu: “YEK-G aldık, I-REC aldık; CBAM’da işimizi görür mü?” Bu soru bile iki kavramın ne kadar karıştırıldığını gösteriyor. Yenilenebilir elektrik sertifikaları enerji piyasası açısından değerli olabilir; ancak CBAM’ın esas aldığı şey, ürünün gömülü emisyonu ve bunun AB metodolojisine uygun şekilde ölçülüp doğrulanmasıdır.
Komisyonun yayımladığı rehberler de CBAM dünyasında belirleyici olanın sertifika değil, metodoloji ve doğrulanmış veri olduğunu net biçimde ortaya koyuyor.
Karbon bedelini nereye ödeyeceğiz?
Türkiye açısından kilit soru şu: Karbon maliyetini AB sınırında mı ödeyeceğiz, yoksa bu bedeli ülke içinde fiyatlayıp sanayinin dönüşümüne mi yönlendireceğiz? CBAM’ın mantığı basit: “Ülkende karbon fiyatı ödüyorsan, sınırda o kadar az ödersin.”
Bu nedenle ulusal ETS tartışması sadece bir çevre başlığı değildir; doğrudan ticaret ve sanayi politikasının merkezinde. Bu ikilem, yalnızca Türkiye’nin değil, AB’ye ihracat yapan tüm ülkelerin önünde duruyor.
Enerji piyasası da yeniden yazılıyor
CBAM yalnızca sanayiciyi değil, enerji piyasasını da yeniden fiyatlıyor. Sanayi ihracatını korumak için düşük karbonlu elektriğe daha fazla değer veriyor; temiz elektrik prim yapıyor.
Ancak şebeke kapasitesi, depolama, esneklik ve izlenebilirlik olmadan bu dönüşüm bir yatırım fırsatından çok maliyet şokuna dönüşebiliyor. Enerji şirketleri fiilen artık sadece kilovat saat değil, karbon performansı da satıyor.
Benden CEO’lara beş net tavsiye
- CBAM’ı bir uyum dosyası değil, doğrudan rekabet stratejisinin parçası olarak ele almak zorundayız. Bu konu sürdürülebilirlik bölümüne bırakılacak bir yan başlık değil; CEO seviyesinde sahiplenilmediği sürece 2026 sonrasında AB pazarında savunmada kalmak kaçınılmaz olur.
- Ölçemediğiniz karbonu yönetemeyeceğinizi şirketçe kabul etmek zorundasınız. Sertifikalar ve iyi niyet beyanları dönemi kapanıyor. Ürün bazında, tesis bazında ve mümkünse zaman kırılımlı MRV altyapısı kurmayan şirketler CBAM çağında rekabet edemez.
- Enerji tedarikini sadece maliyet kalemi olarak değil, karbon performansı üzerinden yeniden tasarlamak gerekiyor. Ucuz elektrik devri kapanıyor; izlenebilir ve düşük karbonlu elektriğin ticari koruma işlevi hızla büyüyor.
- Karbon bedelini gümrükte ödemek yerine dönüşüme yönlendirecek mekanizmaları hızlandırmak şart. Ulusal ETS ve benzeri araçlar doğru kurgulanırsa yük değil, rekabet avantajı yaratır.
- Ve son olarak: şimdiden hazırlanan şirketler yarın krizi yönetmeyecek; avantaj yönetecek.
Karbon artık sadece bacadan çıkan bir gaz değil. Türkiye için de, dünya için de, gümrükte kesilen bir fatura. Dolayısıyla 1 Ocak 2026 itibarıyla kucağınızda bulacağınız bu AB “hediyesine” ne kadar hazır olduğunuzu, önümüzdeki günler gösterecek. Geç kaldıysanız da telafi etmek şimdi harekete geçin.