2030 Türkiye üretim manifestosu: Kahramanlık mı, strateji mi?
Türkiye’nin en zeki, en cesur, en üretken insanları bugün bir seçimle karşı karşıya:
Ya rantın, gayrimenkulün, faizin kısa vadeli cazibesine kapılacaklar ya da engebeli, riskli, yorucu ama onurlu bir yola girecekler — üretim ve teknoloji yoluna.
Kolay değil.
Faizler tavan yapmış, enerji ve işgücü maliyetleri rekor kırıyor, döviz oynak, risk primi yüksek.
Bir yatırımcı bugün fabrika kurmaya kalksa, maliyet hesabını bitirdiğinde aklına ilk gelen soru şu oluyor: “Ben bu çılgınlığı neden yapıyorum?”
Ve haklı.
Çünkü bu ülkede üretmek artık sıradan bir ekonomik faaliyet değil, bir tür kahramanlık.
Kahraman girişimciler çağı
Bir fabrika kurmak, işçi çalıştırmak, üretmek, ihracat yapmak — bunlar artık sadece ekonomik kararlar değil; bir inanç, bir ideal, bir direnç biçimi.
Yüksek faiz ortamında üretime yönelmek, neredeyse akıntıya karşı kürek çekmek gibi.
Kredi maliyeti korkunç, enerji faturası nefes kesici, hammadde fiyatları dalgalı ve kira ile lojistik giderleri üreticinin belini büküyor.
Üstelik yalnız içerde değil, dışarıda da zorluk var: Küresel medyada Türkiye riskli ülke olarak kodlanıyor; yabancı yatırımcı üreticiye değil, gayrimenkule ve tahvile yöneliyor.
Böyle bir tabloda hâlâ üretim yapan, teknoloji geliştiren, istihdam yaratan herkes aslında bu ülkenin “sessiz kahramanı.”
Ama kahramanlık sürdürülebilir bir strateji değildir. Bir ülke, ekonomisini sadece cesur bireylerin omzuna yükleyemez.
Çünkü kahramanlar bir süre sonra yorulur; sistemin aklı, düzeni, altyapısı, kredibilitesi onların yerini almak zorundadır.
Kahramanlık yetmez: Strateji gerek
Türkiye’nin 2030 vizyonunda üretim, artık bir tercih değil; bir zorunluluktur.
Üretim olmadan kalkınma, teknoloji olmadan rekabet, inovasyon olmadan ihracat olmaz.
Ama bugünkü ekonomik mimari, üretim ekonomisinin önünü tıkıyor.
Finansın kolay para alanı hâlâ rant, gayrimenkul ve kısa vadeli arbitraj.
Yatırımcı, bu kadar riskli ve düşük getirili bir üretim macerasına neden girsin?
İşte tam bu noktada devlet aklı devreye girmeli.
Piyasayı bozmadan, yönlendirici ve risk paylaşıcı bir rol oynamalı.
Kısacası üretimi kahramanlıktan çıkarıp stratejiye dönüştürmek gerekiyor.
Üretimin yeni cephesi: Teknoloji
Bugün üretim sadece fabrika bacasından çıkmıyor.
Bir algoritma, bir robot kolu, bir yapay zeka modeli, bir yeşil enerji sistemi — bunlar da üretimdir.
21. yüzyılda rekabet “kim daha ucuz üretiyor?” değil, “kim daha akıllı ve sürdürülebilir üretiyor?” sorusuyla ölçülüyor.
Yapay zeka, nanoteknoloji, biyoteknoloji, kuantum bilişim, robotik sistemler ve yeşil enerji… Artık bunlar, altın ve petrol kadar değerli kaynaklar.
Türkiye hâlâ birçok alanda teknoloji ithal ediyor.
Makineyi, yazılımı, ekipmanı dışarıdan alıyoruz ama artık bu döngü kırılmak zorunda. Teknoloji geliştiren ülke, sadece zenginleşmiyor — dünyayı şekillendiriyor.
Üretim ahlakı: Emeğin ve bilginin onuru
Üretim bir değerler meselesidir.
Bir ülke emeğe, girişimciliğe, bilgiye saygı duymazsa üretim kültürü çöker.
Japonya, Almanya ve Güney Kore’nin kalkınma öyküsü, bu ahlaki temele dayanır.
Alman mühendis, Japon ustabaşı, Koreli teknisyen toplumun kahramanıdır.
Bizde ise hâlâ “emeğin itibarı düşük, rantın itibarı yüksek.”
Bu denklem tersine çevrilmeden üretim ekonomisi kurulamaz.
Üreteni övmeden, tüketeni teşvik ederek büyüyemeyiz.
Çünkü üretim, sadece gelir yaratmak değil — ulusal özgüveni yeniden inşa etmektir.
Devletin görevi: Risk ortağı olmak
Bugün üretime girişen girişimci, sadece ticari risk değil, ülke riskini de sırtlanıyor.
Bu yüzden devletin görevi sadece teşvik vermek değil, riskleri paylaşmak.
Devlet, girişimciye para değil, öngörülebilirlik, güven, pazar ve altyapı sağlamalı.
Bir “milli üretim ve teknoloji stratejisi” olmadan bu yük taşınamaz.
Bu strateji ne salt bir teşvik politikası ne de klasik bir kalkınma planıdır.
Bu, Türkiye’nin gelecekteki ekonomik ve diplomatik varlık nedenidir.
12 maddede akıllı üretim stratejisi
1️⃣ Odaklı teşvik, herkese değil stratejik alanlara
Artık “herkes faydalansın” dönemi bitti.
Yapay zeka, enerji depolama, yarı iletken, iklim teknolojisi, tarım-gıda, savunma dışı ileri imalat gibi dokuz ana kümede yoğunlaşmak gerekiyor.
2️⃣ İlk müşteri devlet olmalı
Yerli teknolojiye alım garantisi verilmeden özel sektör o işe girmiyor.
Devletin, kamu kurumlarının, belediyelerin yerli üreticiye ilk talebi yaratması şart.
3️⃣ Sermaye maliyeti desteği
Yatırım kredileri 10 yıl vadeli, Hazine kefaletli olmalı.
Faiz desteği, sektör yerine risk ve ihracat potansiyeline göre verilmeli.
4️⃣ Hızlı hibe mekanizması
Ar-Ge için 6 ayda sonuçlanan, prototipten ticarileşmeye uzanan aşamalı hibe modeli.
Bekleyen dosyalar değil, çalışan projeler kazanmalı.
5️⃣ Vergi esnekliği ve nakit akışı desteği
KDV iadesi 15 günde yapılmalı; yatırım döneminde SGK ve vergi ertelemesi uygulanmalı.
Üretene nefes verilmeli.
6️⃣ Enerji ve girdi maliyeti supabı
Yeşil elektrik için uzun vadeli PPA’lar, OSB’lerde toplu enerji alımı,
verimlilik teşvikleri zorunlu hale gelmeli.
7️⃣ İhracat ve marka destekleri
Türk üreticileri küresel tedarik zincirlerine entegre edecek özel “Global Supplier” programı kurulmalı.
Tasarım ve markalaşma için eş finansman desteği verilmeli.
8️⃣ Regülasyon giyotini
Gereksiz izin ve prosedürlerin yarısı bir yılda kaldırılmalı.
“Tek kapı” yatırım sistemi, dijital onayla işlemeli.
9️⃣ Yetenek stratejisi
Yüksek vasıflı yabancılara hızlı teknoloji vizesi,
yerli doktora ve Ar-Ge personeline maaş teşviki sağlanmalı.
🔟 Kümelenme ve SEZ modelleri
Bölgesel teknoloji özel bölgeleri oluşturulmalı;
altyapı, enerji, gümrük, vergi kolaylığı sağlanmalı.
1️⃣1️⃣ Yeşil sanayi standardı
Kamu ihalelerinde karbon ayak izi düşük ürünlere ek puan verilerek sanayi dönüşümü hızlandırılmalı.
1️⃣2️⃣ Devlet-özel ortak yatırım fonu
Varlık Fonu ve emeklilik fonları, teknoloji yatırım fonlarına çıpa yatırımcı olarak dahil olmalı.
2030’a kadar yol haritası
İlk 100 gün: Yatırım izinlerinin sadeleştirilmesi, SBIR hibe sisteminin duyurulması, yerli alım garantisi protokolü.
12 ay: Kümelenme bölgelerinin ilanı, pilot SEZ’lerin altyapı ihalesi, patent-teminatlı kredi hattı.
36 ay: Yerli üretimle 10 milyar dolar yatırım, 100 ihracatçı şirketin küresel OEM listesine girişi, sanayide yeşil enerji payının yüzde 35’e ulaşması, Ar-Ge harcamalarının GSYH’de yüzde 2,5 seviyesine çıkması.
Bu yol haritası uygulanırsa, “üretim çılgınlığı” bir kahramanlık değil, mantıklı bir yatırım hikâyesi haline gelir.
Yeni milli güvenlik tanımı: Üretim ve teknoloji
Bir ülke teknoloji üretmiyorsa, bağımsız değildir.
Eğer sürekli dış kaynakla, ithal makineyle, dış yazılımla üretim yapıyorsa,
bir gün yaptırımlara, ambargolara, manipülasyonlara açık hale gelir.
Rusya, İran, Venezuela, Çin örnekleri bunu açıkça gösteriyor.
Üretim gücü olmayan ülkenin, diplomasi masasında da eli zayıftır.
Bağımsız üretim kapasitesi, ulusal güvenliğin yeni tanımıdır.
Türkiye’nin stratejik gücü, artık sadece ordusunda ya da diplomasisinde değil, teknoloji tabanlı üretim kapasitesinde yatıyor. Çünkü üretim, hem savunmayı hem ekonomiyi hem itibarı güçlendirir.
Eğitim, kadın ve gençler: Üretimin sessiz ordusu
Üretim ekonomisi eğitimle başlar.
Çocukları test değil, problem çözmeye hazırlayan bir sistem; gençleri memur değil, girişimci yapan bir vizyon gerekir.
Kadınların üretim zincirindeki payı yüzde 30’dan yüzde 50’ye çıkmadıkça kalkınma yarım kalır. Kadın emeği, üretim ekonomisinin görünmeyen motorudur.
2030 vizyonunda kadınlar, mühendislikten tasarıma, Ar-Ge’den ihracata kadar her alanda eşit karar verici olmalıdır.
Üretim kültürü ve ulusal kimlik
Üretmek, ulusal kimliğin modern biçimidir.
Tıpkı bir zamanlar “asker millet” tanımının yerini bugün “üreten millet”in alması gibi.
Çünkü kalkınma artık cephede değil, laboratuvarda kazanılıyor.
Atatürk’ün “Siyasi zaferler ekonomik zaferlerle taçlandırılmadıkça kalıcı olmaz” sözü, bugünün Türkiye’sine yazılmış gibidir.
Gerisi laf-ü güzaf
Üretim, teknoloji, inovasyon, girişimcilik, özgür düşünce, kaliteli eğitim, stratejik planlama…
Bunlar kalkınmanın temel taşlarıdır.
Bunlar yoksa, ne büyüme oranı bir anlam taşır, ne bütçe fazlası, ne rezerv.
Gerçek kalkınma, bir makyaj değil, bir üretim ahlakıdır.
Bugün üretime giren herkes kahraman sayılmalı — ama kahramanlık, devlet aklıyla birleşmedikçe sürdürülemez, yel değirmenlerine karşı savaşan Don Kişot’tan farkı olmaz.
Türkiye, üretim gücünü teknolojiyle, emeğini akılla, sermayesini vizyonla buluşturduğu gün yalnız ekonomisini değil, kaderini de yeniden inşa edecektir.
“Üreten toplumlar ayakta kalır.
Üretmeyenler başkalarının pazarı olur.
Kalkınmanın şifresi, fabrikada değil;
Zihinde, laboratuvarda, tasarımda ve hayalde başlar.”