Trump’a neden Nobel Barış Ödülü vermeli?
Söylemeye gerek yok belki ama yine de şaşıran okuyucuya başlığı peşin peşin izah edeyim:
Bu yazı bir övgü değil, bir davettir. Barışın yalnızca iyi niyetle değil, cesaretle ve iradeyle kazanıldığını hatırlatmak için yazıyorum.
Dünyada bir ironi var: Barıştan en çok söz edenler değil, en az beklenenler bazen barışı gerçekten arayanlardır.
Barack Obama, Beyaz Saray’a taşınmadan Nobel Barış Ödülü’nü almıştı. Donald Trump ise, tüm kibri ve öngörülemezliğiyle, kim ne derse desin, bugün dünyada barışı gerçekten denemeye cüret eden tek lider olarak sahnede duruyor.
Onu sevin ya da nefret edin, bir gerçeği teslim etmek gerekiyor: Trump, kaosun içinde bile “savaşsız bir düzen” arıyor.
Kendine özgü, diplomasiye hiç benzemeyen ama sonuç doğuran bir yöntemle.
Sınırları zorlayan diplomasi
Trump’ın diplomasisi “zarafetle” değil, “etkiyle” ölçülüyor. O, her meseleyi bir pazarlık masasına dönüştürürken, aslında politik cesaretin en temel ilkesini hatırlatıyor: Denemek, hata yapmaktan iyidir.
Kuzey Kore sınırına geçip diktatörle el sıkışıyor — bunu yapabilen tek ABD Başkanı o.
İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki tarihî Abraham Anlaşmaları onun döneminde doğuyor.
Pakistan ile Hindistan arasında sessiz kanallar açıyor.
Afganistan’da “sonsuz savaş”ı bitirmek için ilk somut adımları atıyor.
Beş para etmez Minsk sürecinden ve Azerbaycan Karabağ’da egemenliğini tesis ettikten sonra Ermenistan ve Azerbaycan liderlerini Beyaz Saray’da buluşturup kalıcı bir barış çerçevesi kuruyor.
Hiçbiri onu sonuç odaklı olmayan Avrupa başkentlerinde popüler yapmıyor. Ama o tarihe “risk almayı bilen”, sonuç yaratan bir lider olarak kazınıyor.
Gazze’de sessiz bir miras
Bugün Gazze yanıyor. Diplomatlar ekranlarda aynı klişeleri tekrarlıyor: “Derin kaygı duyuyoruz”, “İtidal çağrısı yapıyoruz.”
Ama masaya yumruğunu vuracak, krizi durdurabilecek kimse yoktu.
Trump, Gazze dosyasına yeniden el atıyor. Netanyahu onu dinliyor, dinlemek zorunda — çünkü Trump’ın öngörülemezliği ve elindeki kozlar hâlâ İsrail için bir baskı unsuru.
ABD adına iş insanı Steve Witkoff’un öncülüğünde yürüyen müzakereler, Gazze’de bir “ekonomik rehabilitasyon planı”na dönüşüyor. Trump, “Gazze’yi Ortadoğu’nun Rivierası yapacağız” diyor.
Kusurlu bir vizyon belki ama eylemsizliğe tercih edilir bir vizyon. Ve bölgede hâlâ kimse o masayı yeniden kuramıyorsa,
belki de nedeni, Trump gibi masayı devirmeyi göze alan birinin eksikliğidir.
Ukrayna dosyasında farklı akıl
Trump’ın “Rusya-Ukrayna savaşını 24 saatte bitiririm” sözü kulağa abartılı geliyordu. Ama bu cümledeki mantığı görmek gerekiyor: Trump, barışı “ahlaki bir ödül” değil, jeopolitik bir fırsat olarak değerlendiriyor.
Onun dünyasında her savaş, kötü yapılmış bir anlaşmadan ibaret. Ve tarih, çoğu zaman ideallerle değil, çıkarların dengelenmesiyle barışıyor.
Trump, savaşın soğuk gerçeğini biliyor: Hiçbir imparatorluk sonsuz savaşlarla ayakta kalmaz. Bu nedenle savaşları değil, pazarlıkları tercih ediyor. Kimi zaman kaba, kimi zaman tutarsız ama her zaman eylem odaklı.
Eğer Nobel Komitesi ödülü niyete değil, çabaya veriyorsa, bu kez adalet Trump’tan yana olabilir. Belki o ödül, onun da daha çok “barışa layık olma” arzusunu güçlendirir. Bence böyle bir sonuç olası.
Kargaşadan doğan doktrin
Trump’ın diplomasisi, klasik anlamda diplomasi değil; bu, amaçlı bir kargaşa stratejisi. Düzeni yıkarak yeni bir denge kurma girişimi.
Müttefik ve düşman ayrımını reddediyor, her ülkeyi bir “ticari pazarlık ortağı” olarak görüyor. Bu yaklaşım gelenekçilerin gözünde tehlikeli ama pratikte işe yarıyor.
Yeni savaşlar çıkmıyor. NATO içinde yük paylaşımı müttefiklerin elleri mahkum yeniden tartışılıyor, kararlaştırılıyor yüzde 3 artı 2. Orta Doğu’da yeni bir diplomatik mimari şekilleniyor.
Trump’ın iç siyasetteki otoriter eğilimleri, göçmen karşıtlığı elbette kaygı verici. Ama dış politikadaki öngörülemezliği, bazen barışı mümkün kılıyor. Çünkü barış, her zaman uyumla değil, bazen sarsıntıyla doğar.
Nobel Komitesi’ne ayna
Eğer Nobel Komitesi gerçekten “şiddeti lanetleyenleri” değil, “şiddeti durdurmaya yeltenenleri” ödüllendirmek istiyorsa, bence Trump’ın paradoksuyla yüzleşmek zorunda kalacak: Bir kavgacının içindeki barışçıyı fark etmek.
Ona ödül vermek, dünya düzeninin konfor alanını sarsar. Ama belki de Nobel tam da bunun için vardır. Barışın yolu, filozofların kürsüsünden değil, kusurlu ama cesur insanların ellerinden geçer.
Asıl soru: Başka kim deniyor?
Bu yazı Trump’ı kutsamak için değil, barışın kimler tarafından gerçekten denendiğini hatırlatmak için yazıldı. Gazze’den Ukrayna’ya, Afrika’dan Asya’ya kadar dünya yanıyor. Ama bütün o yangınların ortasında, barış için risk almaya hazır kaç lider var?
Sorun, Trump’ın Nobel Barış Ödülü’nü hak edip etmemesi değil. Asıl soru şu: Bugün dünyada, barış için onu denemeye cesaret eden başka biri var mı? Yok.
Ve bir not: Kendisine şahsen tek ricam şu olurdu — lütfen karmaşık Kürt ve Kıbrıs dosyalarına el atmasın.
O meşakkatli meseleleri biz kendimiz çözeriz. Çünkü bu topraklarda “oldu bitti”lere artık tahammülümüz yok.
Bir kez daha öğrendik ki barış, iyi insanların değil, cesur insanların işidir. O yüzden Nobel Barış Ödülü’nü harcamayalım bu yıl ve Trump’a verelim.