;
Arama

Beyaz Saray’daki kırmızı halı Türkiye enerji diplomasisinde yeni bir sayfa mı açıyor?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Beyaz Saray buluşması, Türkiye için enerji ve dış politikada yeni bir dönemin işareti oldu. 43 milyar dolarlık LNG anlaşmaları, SMR iş birlikleri ve çok eksenli diplomasiyle Ankara, ABD ile yakınlaşırken Moskova ile dengeyi koruma arayışında.

26 Eylül 2025, 13:18 Güncelleme: 26 Eylül 2025, 13:37

Yiğidi öldür ama hakkını ver.

Avrupa liderlerinin çoğunun Washington’da Trump karşısında sıraya girdiği, hatta kimi zaman küçük düşürücü sahnelere tanık olduğumuz bir dönemde Recep Tayyip Erdoğan’ın Beyaz Saray’da gördüğü sıcak ve saygılı karşılama, başlı başına önemliydi. 

Altı yıl aradan sonra Oval Ofis’in kapısından yeniden giren Erdoğan, bu kez kırmızı halı, özenli bir protokol ve bol iltifatla ağırlandı. Bu tablo, buzların çözülmeye başladığını ve iki başkent arasında yeni bir sayfanın açılabileceğini gösterdi.

Elbette her şey kusursuz değildi. ABD Ankara Büyükelçisinin “meşruiyet” vurgulu talihsiz çıkışı ve Trump’ın basın önünde ağzından kaçırdığı “seçim hilesi” sözleri bu olumlu havaya küçük gölgeler düşürdü. Yine de genel atmosfer, son yıllarda alışık olmadığımız kadar yapıcı ve dostaneydi.

Ama diplomasi sadece görüntü değildir. Asıl mesele, bu zirvede ne alındığı, ne verildiği ve Türkiye’nin önüne hangi fırsatlarla risklerin çıktığıdır. Oval Ofis’te konuşulanlar sadece iki liderin siyasi ajandasını değil, Türkiye’nin enerji damarlarını, dış politika yönünü ve ekonomik kırılganlıklarını da doğrudan etkileyecek bir stratejik dönüşümü işaret ediyor.

LNG ve SMR: Yeni ortaklık, yeni sayfa

Zirvenin en somut sonucu, BOTAŞ, Mercuria ve Woodside Energy arasında imzalanan 20 yıllık, 43 milyar dolarlık LNG anlaşması oldu. Türkiye hâlihazırda ABD’den yılda yaklaşık 5 milyar metreküp LNG ithal ediyor. Yeni anlaşma bu hacmi üç–dört kat artırabilir ve toplam doğalgaz ithalatımızın yüzde 20’sine kadar çıkmasını sağlayabilir. Bu, kaynak çeşitliliğini artıracak ve enerji güvenliğini güçlendirecek stratejik bir adım.

Fakat bunu “Rusya’dan kopuş” olarak yorumlamak gerçekçi olmaz. Çünkü Rusya hâlâ enerji sistemimizde en büyük paya sahip: doğal gazın yaklaşık yüzde 40’ı, petrolün ise yüzde 30’dan fazlası hâlen oradan geliyor. Üstelik önümüzdeki yıl 16 milyar metreküplük gaz sözleşmesinin yenilenmesi gündemde. Bu tablo karşısında ani bir kopuş ne ekonomik ne de teknik olarak mümkün. Gerçekçi senaryo, bu bağımlılığın önümüzdeki 10–15 yıla yayılan bir süreçte kademeli olarak azaltılması yönünde.

İkinci önemli başlık, ABD ile küçük modüler reaktör (SMR) iş birliği. SMR’ler çevreci, esnek ve yerli katkı oranı yüksek çözümler sunabilir. Ancak 50–300 MW aralığında kapasiteleriyle 4.800 MW’lık Akkuyu santralinin alternatifi değil, tamamlayıcısı olabilir. Bu da Rusya tekelinin kırılması yönünde sembolik ama önemli bir adımdır.

Putin’den uyarı: “Sınırı aşma”

Bu yeni yönelim, Moskova’da rahatsızlık yarattı. Zirveden hemen sonra Rus yönetiminin Türk şirketlerine yönelik baskıları, Akkuyu’daki ortaklık konusunda bastırması ve BOTAŞ’ın borçlarıyla ilgili sabrının tükenmeye başladığı mesajları açık bir uyarı niteliğinde: “ABD ile fazla yakınlaşmanın bir bedeli olabilir.”

Rusya sadece enerji değil; nükleer santral inşası, turizm, tarım, ticaret ve Suriye’den Karadeniz’e kadar birçok dosyada Türkiye için kilit konumda. Rus turistler turizm gelirlerimizin yaklaşık yüzde 13’ünü oluşturuyor. Tarım ihracatında Moskova en büyük pazar. Suriye, Karadeniz ve Kafkasya gibi stratejik alanlarda da Rusya’nın onayı olmadan adım atmak kolay değil. Washington’a yönelirken Moskova’yı tamamen göz ardı etmek gerçekçi olmaz.

Savunma ve enerji: Aynı dosyanın iki yüzü

Trump’ın açık mesajı da bu denklemin parçasıydı: “S-400 meselesi çözülürse Türkiye yeniden F-35 programına dönebilir.” Bu sadece savunma sanayii için değil, enerji teknolojilerinde de yeni fırsatların kapısını açabilir. CAATSA yaptırımlarının gevşetilmesi hâlinde, ABD finans kurumlarının LNG terminalleri, hidrojen projeleri ve yenilenebilir yatırımlara desteği çok daha kolay hale gelir.

Ancak burada da aynı soruyla karşı karşıyayız: Washington’a yaklaşırken Moskova’yı ne kadar karşımıza alabiliriz? Bu, Türkiye’nin gelecek on yıldaki stratejik yönünü belirleyecek sorulardan biridir.

Boru hatlarının ötesinde oyun: Orta Doğu, Hazar ve Afrika

Türkiye–ABD enerji ortaklığı yalnızca ikili projelerle sınırlı kalmayabilir; çok daha geniş bir coğrafyada yeni jeopolitik gerçeklikler yaratma potansiyeline sahip.

    •    Irak Kürdistanı: İki yıldır durmuş olan KBY petrolünün yeniden Ceyhan’a akması, hem Irak’ın kuzeyindeki üreticiler hem de ABD’li şirketler için stratejik, Türkiye için ise Ceyhan’ı yeniden küresel enerji merkezi yapacak bir hamle.
    •    Suriye: Doğal gaz ve güneş santrali yatırımları, savaş sonrası yeniden inşada Ankara’yı ve Washington’u önemli aktörler haline getirebilir. Bu enerji diplomasisi, YPG/SDF dosyasında da Türkiye’ye yeni pazarlık gücü kazandırabilir.
    •    Hazar ve Karadeniz: Türkmenistan ve Azerbaycan gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması ve Karadeniz’deki yeni gaz sahalarının Amerikan teknolojisiyle geliştirilmesi, Rusya’yı baypas eden doğu-batı enerji hattını güçlendirebilir.
    •    Libya: Türk ve ABD’li şirketlerin yeniden sahaya dönmesi, hidrokarbon üretiminin ötesinde ülkenin enerji altyapısının yenilenmesine kadar uzanacak ortak projelerin önünü açabilir.
    •    Afrika: SMR, yeşil hidrojen ve güneş enerjisi yatırımlarıyla Türkiye’nin kıtadaki diplomatik ve ticari ağları ile ABD’nin sermaye ve teknoloji gücü birleşirse, Çin etkisine alternatif bir enerji modeli doğabilir.

Bu tablo, Türkiye’yi yalnızca bir “boru hattı ülkesi” olmaktan çıkarıp enerji diplomasisinin oyun kurucusu konumuna taşıyabilir.

Çin ve Körfez sermayesi: Yeni enerji üçgeninin tamamlayıcı gücü

Türkiye–ABD enerji ortaklığının başarısı, Çin ve Körfez sermayesinin bu tabloya nasıl entegre edileceğine de bağlı. Washington yalnızca kendi finansmanı ve şirketleriyle değil, Suudi Arabistan, Katar ve BAE gibi Körfez fonlarının devasa sermayesiyle Türkiye merkezli enerji projelerini beslemeyi hedefliyor. Bu sermaye, Irak’tan Libya’ya, Suriye’den Afrika’ya uzanan sahalarda LNG terminalleri, güneş ve hidrojen tesisleri ile enerji altyapısına yönlendirilebilir.

Çin ise oyunun üçüncü ve giderek daha belirleyici ayağı. “Kuşak ve Yol” inisiyatifi kapsamında Orta Koridor’u güçlendirmek, Hazar ve Orta Asya kaynaklarını Avrupa’ya ulaştıran hatlarda söz sahibi olmak ve SMR gibi yeni nesil nükleer teknolojileri yaymak istiyor. Türkiye’nin stratejik menfaati, ABD’nin jeopolitik ağırlığı ve Körfez’in sermaye gücüyle birlikte Çin’in finansal ve teknolojik kapasitesini de bu enerji denklemine entegre edebilmek olacaktır.

Eğer bu çok eksenli yaklaşım hayata geçerse, Türkiye yalnızca iki kutup arasında denge kuran bir aktör değil; Doğu’nun sermayesini, Batı’nın teknolojisini ve kendi coğrafi konumunu birleştiren stratejik bir enerji kavşağı hâline gelebilir.

Balayı mı, Fırtına öncesi sessizlik mi?

Ankara–Washington hattı tarih boyunca dalgalı oldu. Bugün stratejik ortak, yarın yaptırım hedefi olabiliriz. Trump’ın bugünkü sıcak yaklaşımı seçim atmosferinden, Çin ve İran dosyalarının ağırlığından ve İsrail’le kurulan yeni dengelerden kaynaklanıyor olabilir. Ancak yarın Beyaz Saray’da başka biri oturduğunda tablo değişebilir.

Bugünkü dostane hava, yarının fırtınalarına karşı bir sigorta değildir.

İnce denge: Türkiye’nin gerçek gücü

Türkiye’nin en büyük stratejik gücü, bir tarafın arka bahçesi olmakta değil; denge kurabilme becerisindedir. “ABD mi, Rusya mı?” sorusu yanlış bir sorudur. Asıl mesele, “Her ikisiyle de çıkarımıza dayalı ilişkileri nasıl sürdürebiliriz?” sorusudur.

Enerjide çeşitliliği artırmak elbette önemlidir, ama bu Rusya’yı dışlamak değil, bağımlılığı azaltmak anlamına gelmeli. ABD ile iş birliği değerlidir, ama Moskova’yı karşımıza almak pahasına olmamalı. Bu bir kopuş değil, stratejik yeniden ayarlama sürecidir.

Yeni enerji düzeni mi?

Beyaz Saray’da serilen kırmızı halı, Ankara için yeni bir dönemin habercisi olabilir. Enerji, savunma, üçüncü ülke projeleri ve yatırım fırsatları açısından tablo cazip. Ancak bu tablo, aynı zamanda risklerle dolu bir ip üzerinde yürümeyi de zorunlu kılıyor.

Moskova’nın Türk şirketlerine yönelik hamleleri, bu dengenin ne kadar hassas olduğunu gösteren ilk sinyallerdi. Belki bu yalnızca bir uyarıydı, belki daha sert adımlar yolda. Türkiye’nin önümüzdeki dönemde en akıllıca yapacağı şey, tek bir eksene yaslanmak değil; çıkar odaklı, çok yönlü ve esnek bir stratejiyle ilerlemek olacaktır.

Enerji artık yalnızca enerji değil; dış politikanın omurgası, ekonominin can damarı ve küresel konumumuzun en kritik aracıdır.

Erdoğan–Trump buluşması bu gerçeği bir kez daha hatırlattı.

Şimdi soru şu: Türkiye bu yeni dönemi fırsata mı çevirecek, yoksa dengeyi kaybedip ipin üzerinden mi düşecek?

Gündemi, Forbes Türkiye WhatsApp kanalından takip etmek için tıklayın.
 


"Dünya" Kategorisinden Daha Fazla İçerik

  • İspanya Başbakanı Sanchez oylarını artırmak için ekonomiye güveniyor

    İspanya Başbakanı Sanchez oylarını artırmak için ekonomiye güveniyor

  • Erdoğan-Trump görüşmesi dünya basınında

    Erdoğan-Trump görüşmesi dünya basınında

  • Trump-Erdoğan zirvesinden ilk açıklamalar

    Trump-Erdoğan zirvesinden ilk açıklamalar

  • Sarkozy suç örgütü kurmaktan suçlu bulundu

     Sarkozy suç örgütü kurmaktan suçlu bulundu

  • Tüm ülkeler İran'ın Shahed İHA'sını taklit etmek istiyor

    Tüm ülkeler İran'ın Shahed İHA'sını taklit etmek istiyor

  • Erdoğan-Trump görüşmesi: 50 milyar dolarlık anlaşma beklentisi

    Erdoğan-Trump görüşmesi: 50 milyar dolarlık anlaşma beklentisi

Yazarlar

Çok Okunanlar

  • Vantilatörle uyumanın etkileri: Bilim ne diyor?


  • En zengin 100 Türk


  • 2025 Forbes 39. Dünya Milyarderler Listesi


  • Dolar milyarderi Türkler


  • forbes.com.tr

    Dünyanın en zengin 10 insanı (Ocak 2025)