;
Arama

Tarihin gölgesinde insan hikayeleri; Melih Esen Cengiz

Zamanın hızla aktığı Harbiye caddesinde, Melih Esen Cengiz’in masasında geçmiş ağır ağır beliriyor; İstanbul’un labirent sokakları, satır aralarında yeniden doğuyor.

14 Aralık 2025, 12:00

Divan Oteli’nin altındaki o eski pastaneyi muhtemelen bilirsiniz. İçeri girdiğinizde köşedeki masada her daim bir adam oturur, önünde kahverengi bir defter, yanında dumanı tüten bir kahve. Kimse dönüp bakmaz ama o, şehrin unuttuğu anıları yadigar kalemiyle yeniden canlandırır. Yıllardır oranın müdavimi olan yazar Melih Esen Cengiz. Bir romanın başlamadan önceki nefesi, bir şehrin sabah sisine karışan düşüncesi. Kimi zaman defterine birkaç kelime yazar, kimi zaman sokağa dalıyor gözleri. İnsanların aceleyle geçtiği Harbiye caddesinde, Melih Esen Cengiz zamanın kendisini izler. Belki de yazmak, onun için hatırlamakla unutmak arasındaki o ince çizgide yürümektir.

Cengiz’in romanlarında zaman düz ilerlemez; kimi kez geçmişe savrulur, kimi kez bir çocuğun gözlerinde donup kalır. Bir metni yazıldığı anda atan kalbi duymak ister. “Geçmiş duygu yüklüdür” diyor, “Geleceğe dair bir hikaye, ancak geçmişin duygularından doğabilir.” Belki de bu yüzden, onun yazdıklarında hep bir hüzünlü tanıklık duygusu vardır: Bir şehir, bir dönem, bir insan... Her biri sessizliğinde başka bir hikaye saklar.

Yazarlığa giden yol bazen bir kırılmadan geçer. Melih Esen Cengiz için bu kırılma, iş dünyasının gürültüsü içinde sessizce başlayan içten bir dalgalanmaydı. Yıllarca özel sektörde yönetici olarak çalıştı; sistemin diliyle konuştu, sonra bir sabah kendi sessizliğine kulak verdi. Tarihle, özellikle de Fenerbahçe’nin tarihiyle başlayan bir arayış onu yeniden edebiyata taşıdı. “Asr-ı Fener” kitabını hazırlarken; Çankaya arşivlerinde Atatürk imzalı belgeler, sararmış mektuplar, eski sporcuların fotoğrafları arasında nasıl kaybolduğunu anlatıyor. Tarih araştırmalarını bir disiplin olarak görmüyor, bir insan hikayesi olarak tarif ediyor. Fenerbahçe sevgisi, onun için bir takım tutkusundan çok bir dönem araştırmasıydı Çünkü o, insanların inatla ayakta kalışında da bir tarih, bir direniş öyküsü görüyordu.

Onun romanlarında İstanbul, sessiz bir karakter gibi gezinir satır aralarında. Bir sokak, bir koku, bir taş bile hikayeye dönüşür. “İstanbul bir lamba cinidir” diyor Cengiz, “Hem sizi içine çeker, hem sizi reddeder.” Bu şehir, onun romanlarında bir labirent gibidir. Katman üstüne katman: İnönü, Menderes, Özal, 2000’ler…

Mehmet Cengiz’in kendini ifade ettiği diğer alanlar da sinema ve tiyatro. Bu alanlara bakışı, aynı hikayeyi farklı aynalarda anlatmanın yolları şeklinde. Gençliğinde Türk Sinematek Derneği’ne üye olmuş, öğrenci senaryoları yazmış ama Yeşilçam’a vermemiş. “İstediğim vizyon o değildi” diyor. Belki de kaleminin kaderi buydu: Herkes koşarken o, kendi yolunda sessizce yürümeyi seçti. Tiyatroyla ilişkisi de aynı sadeliği taşıyor. “Kuşetlide Altı Kişi” ve “Türk Ağacı”... Henüz sahnelenmemiş oyunlar ama içinde hâlâ yankılanan replikler. “Bir gün oynanırlarsa, tiyatroda devrim olur” derken, ne kadar ciddi olduğunu hissediyorsunuz. 

Şimdi iki yeni romanın başlangıcında olduğunu söylüyor; “İki romana başladım ama çok başlardayım ve bitirmeyeceğim. Belki dizi projesi olurlar. Yazmak istediğim kendi çocukluğumdan izler taşıyan iki roman projem var, zaman gösterecek” diyor Cengiz. Belki de zaman değil, hatıralar gösterecek. Divan Oteli’nin pastanesinde, kahvesinden bir yudum daha alıyor. Dışarıda zaman hızla akıyor. Ama onun masasında, tarih hâlâ ağır ağır yazılıyor.


Sayfa Sonu

Yüklenecek başka sayfa yok