Robert Redford hayatını kaybetti: Bağımsız Amerikalı artık yok
1936 doğumlu olan Robert Redford’un hayatı, Hollywood’un en parlak yıldızlarından biri olmanın ötesinde, başından sonuna muhalif bir yolculuktu. 1969’da Vietnam Savaşı’na karşı yükselen seslerin arasında, politik sistemin çarpıklıklarını beyazperdeye taşıyan genç bir oyuncuydu o. Yıllar sonra kendi yönettiği Geçmişin Sırları (The Company You Keep, 2012) filminde bu dönemin ruhunu yeniden yakaladı ve korkusuzca şu cümleyi söyledi: “Hükümet sistemimiz felç olmuş durumda. Amacım Amerikan halkına içinde bulundukları durumu göstermek. Gerçekte kendileriyle ilgilenmeyen bir hükümet tarafından yönetiliyorlar.”
Hollywood’un altın çocuğundan aktiviste
77 yaşına dek hâlâ “yaşayan en seksi erkek” listelerinin zirvesinde yer almış, o dönem 170 milyon dolarlık servetiyle büyük bir şöhrete ulaşmıştı. Ancak onun gerçek portresi, şampanya kadehiyle partilerde görünen bir yıldız olmaktan öte idi. Redford, Amerikan yerlilerinin haklarını savunan, çevre politikaları için hükümetlere dava açan, ülkesinin siyasal yapısına meydan okuyan bir aktivist olarak ön plandaydı. 1980’de yönettiği ilk film Sıradan İnsanlar (Ordinary People) ile Oscar kazanarak yönetmenlikte de büyük bir başarıya imza attı. Bu filmden sonra yalnızca kamera önünde değil, kamera arkasında da Amerikan sinemasına yön verdi.
Redford’un sinema tarihine bıraktığı en büyük miraslardan biri ise Sundance Film Festivali oldu. “Butch Cassidy and the Sundance Kid” filminde canlandırdığı karakterden ilhamla adını koyduğu festival, bağımsız sinemacıların nefes alabildiği, pek çok genç yönetmenin dünyaya tanıtıldığı bir alan yarattı. Bugün dünya sinemasında izlediğimiz en parlak bağımsız yapımların çoğu, Sundance’in çatısı altında kendine yer buluyor. “Düşünceler gayrimenkul değildir; geliştirilmeli, paylaşılmalı. Sundance’in amacı tam da buydu” diyordu.
Unutulmaz rolleri
Redford kariyeri boyunca pek çok unutulmaz filme imza attı. Muhteşem Gatsby (1974) ile sinema tarihinde adından en çok söz ettiren oyuncular arasına girdi. Dustin Hoffman’la birlikte oynadığı Akbabanın Üç Günü (Three Days of the Condor, 1975) ve Watergate skandalını anlatan Başkanın Bütün Adamları (All the President’s Men, 1976), dönemin politik iklimini sinemaya taşıdı.
Barbara Streisand’la birlikte kamera karşısına geçtiği Bulunduğumuz Yol (The Way We Were, 1973) ise romantizmin en unutulmaz filmleri arasındaydı. Oynadığı Benim Afrikam (Out of Africa, 1985) 7 Oscar kazanarak kariyerinin dönüm noktalarından biri oldu. Yönetmen olarak Şike (Quiz Show, 1994), Atlara Fısıldayan Adam (The Horse Whisperer, 1998) ve Brad Pitt’i yıldızlaştıran Bizi Ayıran Nehir (A River Runs Through It, 1992) gibi filmlere imza attı. 2002’de Akademi Onur Ödülü ile taçlandırılan kariyerine Spy Game (2001), The Last Castle (2001) ve ilerleyen yıllarda Marvel evreninde yer aldığı Captain America: The Winter Soldier (2014) gibi sürpriz roller de ekledi.
Sonsuz bir miras
Robert Redford gelecek kuşaklar için beyazperdede ve hayatın içinde kurallara direnen hem kendi hem de özgür sinemacıların yolunu açan öncü bir figür olarak hatırlanacak. Kendini geliştirmek için ne denli büyük emek harcadığını anlamak adına bir zamanlar kendiyle ilgili söylediği şu cümleyi anımsamakta yarar var: “Bir yönetmen olarak kendimi oyuncu kimliğimle beğendiğimi söylemem. Oyuncu kimliğimle de kendimi bir yönetmen olarak beğenmiyorum.” Ancak pek çok sinefil için Robert Redford, oyuncu ve yönetmen kimliğiyle cesur ve Bağımsız Amerikalı olarak kalacak.