Çin’den dünyaya nadir toprak ayarı: Yeni nesil kriz kapıda mı?
9 Ekim sabahı, Çin Ticaret Bakanlığı’nın yaptığı duyuru, teknoloji ve finans çevrelerinde adeta bir şok dalgası yarattı. Pekin, aralarında holmiyum ve erbiyum gibi isimleri pek duyulmamış ama modern teknolojinin can damarı olan beş elementin daha ihracatını lisansa tabi tuttuğunu açıkladı. Bu hamleyle birlikte, aralarında ABD’li savunma ve teknoloji şirketlerinin de bulunduğu 14 yabancı kuruluş “güvenilmez varlık” listesine eklendi. 1 Aralık’ta yürürlüğe girecek olan bu yeni düzenlemeler, Pekin’in küresel nadir toprak üretiminin yüzde 70’ini, daha da önemlisi rafinasyon kapasitesinin yüzde 90’ından fazlasını kontrol ettiği gerçeğiyle birleşince, basit bir ticari kısıtlamanın çok ötesinde bir anlam taşıyor.
Bu, Çin’in sadece ekonomik bir güç değil, aynı zamanda teknolojik geleceğin kurallarını belirleyen stratejik bir aktör olduğunun ilanıydı. Güney Kore’de ay sonunda yapılması planlanan Trump-Şi zirvesi öncesi masaya daha güçlü oturmak isteyen Pekin, elindeki en değerli kozu oynamaktan çekinmedi. Çinli akademisyenlere göre bu hamle, ABD’nin eylül sonunda binlerce Çinli şirketi daha ihracat kontrol listesine eklemesine “orantılı bir yanıt” niteliğindeydi. Pekin, ABD’nin yarı iletkenlerde uyguladığı taktiği, şimdilerde kendi silahıyla ABD’ye karşı kullandigi aşikar.
Hafta sonu Trump’ın “her şey yoluna girecek” şeklindeki yumuşak mesajıyla piyasalar toparlansa da bu olay, küresel ekonominin ne kadar kırılgan bir ip üzerinde yürüdüğünü gözler önüne serdi. Çin ise bu tehdide, ABD bağlantılı gemilere özel liman ücretleri ve Amerikalı çip devi Qualcomm’a karşı bir antitröst soruşturması başlatarak yanıt verdi.
Stratejik satranç ve gelecek senaryoları
Çin’de yaşayan biri olarak, Batı medyasındaki paniğin aksine, burada daha sakin ve kendinden emin bir hava sezdiğimi söylemeliyim. Yerel basında ve uzmanlar arasında hakim olan görüş, Pekin’in tüm bu adımları önceden hesapladığı ve ABD’nin tepkilerini bir bir modellediği yönünde. Hatta Çinli tüccarlar arasında, bu tür gerilimlere karşı bir "alışkanlık" gelişmiş durumda; geçmiş deneyimler, eninde sonunda bir müzakereyle tansiyonun düşeceğini onlara öğretmiş. Bu, Çin’in uzun vadeli stratejisinin bir parçası: krizleri yöneterek ve normalleştirerek, kendi kurallarını yavaş yavaş kabul ettirmek.
Peki bundan sonra ne beklenmeli? Analistler, masada birkaç olası senaryo olduğunu belirtiyor. Goldman Sachs gibi kurumların da işaret ettiği en olası senaryo, ay sonundaki zirvede bir “kısa vadeli ateşkes” sağlanması. Taraflar en agresif politikalardan geri adım atar, yüzde 100’lük tarife tehdidi rafa kalkar ve nadir toprak kısıtlamaları kağıt üzerinde yumuşatılır. Ancak bu, yapısal sorunları çözmek yerine krizi bir sonraki tetikleyiciye kadar ertelemek anlamına gelir. İkinci senaryo, “kontrollü bir tırmanış”. Yüzde 100 tarife geçici olarak devreye girer, piyasalar sert bir şekilde sarsılır ve bu şok, her iki tarafı da daha kapsamlı bir anlaşma (belki de nadir topraklar ve yarı iletkenleri içeren bir paket) için masaya oturmaya zorlar. En tehlikeli senaryo ise, tarafların geri adım atmadığı ve küresel tedarik zincirlerinin kopma noktasına geldiği “tam bir kopuş”. Bu da daha büyük bir ekonomik krizi tetikleyebilir.
İş dünyası için çıkarımlar
Jeopolitik risk artık bilançonun bir dipnotu değil, stratejinin ana maddesi. Kısa vadede, nadir toprak içeren ürünlerde stoklama ve alternatif tedarikçi arayışları kaçınılmaz olacak. Orta vadede ise şirketler, ürün tasarımlarını bu elementlere daha az bağımlı hale getirmek ve Çin dışı üretim kapasitelerine yatırım yapmak zorunda kalacaklar.
Türkiye gibi hem Batı ile müttefik hem de Çin ile önemli ticari ilişkileri olan ülkeler için ise bu yeni denklem, ciddi riskler kadar stratejik fırsatlar da barındırıyor. Otomotiv ve yenilenebilir enerji gibi sektörlerimiz artan maliyetlerle yüzleşebilirken, Eskişehir’de keşfedilen ve dünyanın en büyük ikinci rezervi olduğu söylenen nadir toprak elementlerinin işlenmesi ve rafine edilmesi için yapılacak yatırımlar, Türkiye’yi bu yeni dönemin kilit oyuncularından biri yapabilir. Bu, sadece bir madencilik faaliyeti değil, aynı zamanda Batı'nın Çin'e olan bağımlılığını azaltma çabasında stratejik bir ortak olma fırsatıdır. Ancak bu fırsatı değerlendirebilmek, uzun vadeli bir vizyon, teknolojik yetkinlik ve cesur jeopolitik adımlar gerektiriyor. Çin’in attığı bu son adım, iki süper güç arasındaki mücadelenin artık sadece gümrük tarifeleriyle değil, nadir elementlerle de yürütüleceği yeni bir çağın habercisi.