;
Kriz manşetleri dünyayı karanlık gösterse de istatistikler başka bir hikaye anlatıyor. 200 yılda yoksulluk dramatik biçimde azaldı, yaşam süresi iki katına çıktı, okuryazarlık norm haline geldi. Belki de bugünü “kriz çağı” değil, “görünmeyen ilerleme çağı” olarak değerlendirmeliyiz. Bir nesil için mucize olan, sonraki nesil için sıradan olabiliyor. İşte bu yüzden, “ilerlemeyi unuttuk mu?” sorusu gündemimizde. Oysa görünmeyen devrimler hala sürüyor. Laboratuvarlarda, yazılım satırlarında ve yeşil enerji yatırımlarında geleceğin hikayesi yazılıyor.
Yeni çağın en değerli para birimi ürün değil; bağ kurmak. Artık insanlar alışveriş değil, aidiyet satın alıyor. Nerede çalıştığınızdan çok, nerede düşündüğünüz ve kiminle ürettiğiniz kimliğinizi tanımlıyor.
Sessiz istifa dalgasının ardından iş dünyasında daha derin bir kırılma yaşanıyor: Artık tek bir işe, tek bir unvana ya da tek bir kariyer yolculuğuna sığmak mümkün değil. Çoklu üretim çağında kimliğimiz yalnızca ne iş yaptığımızla değil, nasıl ve kaç farklı biçimde ürettiğimizle tanımlanıyor; bu dönüşüm, kariyerin doğrusal ilerleyen bir merdiven değil, çok yönlü bir haritaya dönüştüğünü gösteriyor.
Bir çağ sona eriyor olabilir: Parıltılı logoların, birbirinin aynısı villaların, kalabalık sofralarda sergilenen ama hissedilemeyen ihtişamın dönemi… Belli bir kesim için çoktan bitmişti belki de. Şimdi ise o görünürlük çağı, sessizce daha geniş bir kitlenin hayatından çekiliyor. Bugün lüks, daha dingin; daha derin; daha kendine dönük bir yola girdi. Ve bu dönüşümün fitilini ateşleyen şey, ironik biçimde bir televizyon dizisi olabilir.