Dubai’nin sekiz altın kuralı: Türkiye’de dört Dubai yaratabiliriz
Bir haftadır Dubai’deyim. İş görüşmeleri, toplantılar ve Fujairah’ta düzenlenen bir enerji zirvesi vesilesiyle…
Ve her gelişimde olduğu gibi yine aynı soruyu soruyorum kendime:
Uçsuz bucaksız bir çölün ortasında, neredeyse hiçbir doğal kaynağı olmayan bu topraklar nasıl oldu da küresel bir finans, turizm, teknoloji ve lojistik merkezine dönüştü?
Ve biz, binlerce yıllık devlet geleneğine, bereketli topraklara, zengin kaynaklara ve genç nüfusa rağmen neden hâlâ potansiyelimizin gölgesindeyiz?
Dubai Mall’un girişinde bir tabela dikkatimi çekti:
“The Eight Principles of Dubai” – Dubai’nin Sekiz Altın Kuralı.
Şeyh Muhammed bin Raşid el Maktum’un kendi kaleminden çıkan bu ilkeler, yalnızca bir yönetim manifestosu değil, “Dubaili olmanın anayasası” gibiydi.
Her satırını okudukça içim burkuldu. Çünkü bu son derece basit ama uygulandığında mucizeler yaratan sekiz ilke, bir çöl şehrini küresel güç merkezine taşıyan aklın özeti. Bizde de yazılı olan, konuşulan ama bir türlü yaşama geçirilemeyen gerçeklerin ta kendisi.
Cumhuriyet’in 102. yılında hâlâ neden Dubai kadar olamıyoruz sorusunun yanıtı da işte burada gizli.
Gelin bu sekiz ilkeye birlikte bakalım ve dürüstçe konuşalım: Biz nerede tökezliyoruz? Neyi hâlâ öğrenemedik? Ve bundan sonra ne yapmalıyız?
1. Birlik temeldir – Parçalı güçle büyük sıçrama olmaz
Dubai’nin birinci kuralı net: “Birlik temeldir.” Emirlik, yerel çıkarların federasyonun çıkarlarının önüne geçmesine izin vermez. Merkez ile yerel arasında uyum vardır; şehir vizyonu ulusal vizyonla çatışmaz.
Bizdeyse hâlâ merkez-taşra kavgası bitmedi. Belediyeler hükümetle çekişiyor, Ankara yereli rakip gibi görüyor. 81 ilin 81’i kendi başına çabalıyor ama küresel ölçekte ses getiren tek bir şehir markamız yok. Enerjimizi içeride tüketiyor, dışarıda sahneye çıkamıyoruz.
Ders: Birlik olmadan vizyon olmaz. Türkiye’nin şehirlerini ve bölgelerini tek bir stratejik kalkınma planı altında buluşturacak bir “Ulusal Sıçrama Vizyonu” olmadan büyük atılım hayal olur.
2. Hukukun üstünlüğü – Güven olmadan sermaye gelmez
İkinci ilke: “Kimse kanunun üstünde değildir.”
Dubai’de prens de olsa hukuk önünde eşittir. Yatırımcı bilir ki sözleşme kuralları değişmez, adalet gecikmez.
Bizdeyse hâlâ “güçlülerin hukuku” işliyor. Yasalar kişiye göre esnetiliyor, ayrıcalıklar hukukun önüne geçiyor. Bu da hem yerli hem yabancı sermayeyi uzaklaştırıyor.
Yatırım güvenle gelir. Güveni sağlayan şey de tarafsız ve öngörülebilir hukuktur. Türkiye’nin önceliği, siyasetin değil hukukun belirlediği bir zeminde işleyen güçlü bir hukuk devleti olmalıdır.
3. Siyaset ekonomiye hizmet eder – Bizde hâlâ tersi
Dubai’nin üçüncü kuralı: “We are a business capital.”
Siyasete yatırım yapılmaz; şehir tarafsız kalır. Amerikalı, Çinli, İsrailli, İranlı yatırımcı aynı çatı altında iş yapabilir çünkü kimseye siyasi ajanda dayatılmaz.
Bizdeyse siyaset ekonominin önünde yürür. Belediyeler değiştikçe yatırım stratejileri değişir, fonlar ideolojik tercihlere göre dağıtılır. Özel sektör bile “yakın” ya da “uzak” diye sınıflandırılır.
Dubai’nin mesajı: Siyaset ekonomiye hizmet eder. Türkiye de büyümeyi partiler üstü bir ulusal hedef olarak yeniden tanımlamalı.
4. Üç sütunlu ekonomi – Devlet, özel sektör ve kamu el ele
Dubai’nin kalkınma modeli üç ayağa dayanır:
• Güvenilir ve etkin bir devlet
• Rekabetçi bir özel sektör
• Küresel ölçekte iş yapan kamu şirketleri
Devlet yön gösterir, özel sektör rekabet eder, kamu şirketleri global sahada değer yaratır. Bizdeyse bu üçlü çoğu zaman birbirinin ayağına basar. Devlet özel sektörle yarışır, kamu şirketleri siyasi istihdam deposuna döner.
Yeni bir ekonomik sıçrama için bu üçlü arasındaki iş birliği kültürü yeniden inşa edilmeli ve kamu şirketleri küresel oyunculara dönüştürülmelidir.
5. Toplumsal uyum – Kutuplaşma yatırım kaçırır
Dubai’de 200’den fazla milletten insan bir arada yaşar. Ortak değerler etrafında birleşmeyi başarırlar. Hoşgörü, mütevazılık ve sözünde durma toplumsal bir kuraldır.
Biz hâlâ “biz ve onlar” ayrımında debeleniyoruz. Kimlik, inanç, siyasi görüş üzerinden parçalanıyoruz. Bu da huzuru bozar, yatırımcıyı kaçırır.
Refahın temeli toplumsal uyumdur. Türkiye’nin “birlikte yaşama sözleşmesi”ni yeniden yazması ve kapsayıcı bir anayasal kimlik etrafında bütün vatandaşlarını buluşturması şart.
6. Ekonomik çeşitlilik – Tek motorla uçak kalkmaz
Dubai’nin hedefi çeşitlilik. Her üç yılda bir yeni bir sektör yaratmak. Bugün petrol geliri ekonominin küçük bir parçası; asıl büyüme lojistikten uzaya, finanstan yapay zekaya kadar uzanıyor.
Biz hâlâ aynı sepete yumurta koyuyoruz. Yüksek teknoloji ve dijital dönüşümde geri kalıyoruz. Kriz olunca yine inşaat ve tüketimle günü kurtarmaya çalışıyoruz.
Yeni motorlar eklemeden eski motor seni yolda bırakır. Türkiye’nin de yapay zeka, yeşil enerji, biyoteknoloji gibi alanlara milli seferberlik düzeyinde yatırım yapması gerekiyor.
7. Yetenek yeni çağın petrolüdür – Biz hâlâ kaçırıyoruz
Dubai, dünyanın dört bir yanından en parlak zihinleri çekmek için her şeyi buna göre planlıyor. Vergi düzeni, yaşam kalitesi, eğitim altyapısı, çalışma izinleri…
Bizdeyse en iyi beyinler gidiyor. Liyakat yerine sadakat aranıyor. Belirsizlik yetenekleri uzaklaştırıyor.
Yeni çağın en kritik rekabet gücü insan kaynağıdır. Türkiye’nin beyin göçünü tersine çevirecek, global yetenekleri cezbeden bir stratejiye ihtiyacı var.
8. Gelecek kuşaklar – Günü değil, yüzyılı planla
Son ilke: “Gelecek nesillerin kaderi bugünkü siyasete bağlı olmamalı.”
Dubai petrol gelirlerini harcamadı, fonlara dönüştürdü. Devlet varlıklarının değeri yıllık bütçesinin 20 katı. Petrol fiyatı düşse de şehir ayakta.
Biz hâlâ günü kurtarmanın, seçim kazandıracak politikaların peşindeyiz. Geleceğe güçlü bir miras değil, ağır bir yük bırakıyoruz.
Liderlik bugünü değil, yarını inşa etmektir. Türkiye’nin 2053 ve 2071 hedeflerini gerçekçi yatırım planları ve nesiller boyu sürecek kurumlarla desteklemesi şart.
Bizim de “dört Dubai”miz olmalı
Belki de asıl çözüm, bu sekiz ilkeyi yalnızca ilke olarak benimsemek değil, onları somut bir yapıya dönüştürmekten geçiyor.
Neden biz de kendi topraklarımızda dört Dubai yaratmayalım?
Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz’de kurulacak dört bölgesel merkez, farklı misyonlara odaklanabilir:
• Karadeniz: Teknoloji, savunma sanayi ve veri ekonomisi
• Marmara: Finans, lojistik ve yeşil sanayi dönüşümü
• Ege: Turizm, yaşam teknolojileri ve tarım-teknoloji
• Akdeniz: Enerji, LNG, SMR ve denizcilik lojistiği
Bu merkezler sadece yatırım çekmekle kalmaz, dünyanın en iyi uygulamalarını ülkeye taşıyan ve orada test ederek zamanla ülke geneline yayan birer dönüştürücü kapı olur.
Tıpkı Dubai’nin çölün ortasında dünyaya açılan bir kapı olması gibi Türkiye’nin dört köşesinde kurulacak bu merkezler de dünyaya açılan ve dünyayı içeriye taşıyan stratejik geçitlere dönüşebilir.
Ve belki de en önemlisi, bu dört kapı sayesinde Türkiye yalnızca bir yatırım hedefi değil, küresel sistemin kurucu aktörlerinden biri hâline gelir.
Çölün ortasında mucize yapanlar bize ne öğretiyor?
Dubai’nin sekiz ilkesi, aslında sekiz reçete değil; sekiz zihniyet devrimidir.
Bizim eksiğimiz potansiyel değil, vizyon; kaynak değil, stratejik kararlılık, etkili liderler, kadrolar.
Belki artık şu soruyu sormalıyız:
Dubai çölün ortasında geleceğini inşa ettiyse, biz neden dört denizin ortasında hâlâ geçmişimizle oyalanıyor, geleceği sırtlanacak insanlara yol açmıyoruz?